Yalnız kalabalıkların duygu rejimi
Duygularımızın yalnızca biyokimyasal bir patlamadan ibaret olduğunu söyleyenler, insanın ruh atlasını bir laboratuvar tüpüne sıkıştırmak isteyenlerdir. Öte yandan duygularımızı en ilkel yanımızın çıplak tezahürleri sayanlar da vardır; oysa her iki bakış açısı da eksik, indirgemeci ve yanıltıcıdır. Duygular, en az kelimeler kadar toplumsaldır. Bir topluluğun konuştuğu dil nasıl kültürel kodlarla şekilleniyorsa, hissettiğimiz öfke, sevgi, kıskançlık, umut ya da keder de içinde yaşadığımız kültürün beklentileriyle biçimlenir. Bu yüzden tarih boyunca duyguların aldığı biçim, toplumların aldığı biçimden ayrı düşünülemez.
Norbert Elias’ın sözünü ettiği “uygarlık süreci”nde, bireyin iç dünyası yavaş yavaş disipline edilmiştir. Ortaçağ’ın hoyrat öfke patlamaları, modern çağda yerini ketumiyetin ve nezaketin zorunlu kıldığı bir özdizgine bırakmıştır. Osmanlı sarayında vakar, yani kendini sakınma ve ölçülü duruş, yalnızca bir bireysel tutum değil, bir duygusal rejim talebiydi. Bugünün dünyasında ise “özgüven” neredeyse bir ahlaki buyruğa dönüşmüş durumda: Her birey kendisini göstermek, pazarlamak ve “parlamak” zorunda. İşte tam da bu yüzden, duyguların kaderi kültürün kaderine bağlıdır.
Çağdaş kapitalizmin yarattığı çalışma düzeni, duyguların tarihindeki en köklü dönüşümlerden birini hazırladı. Sanayi çağının disiplinli, sabırlı, tek işte ömür tüketen insan tipinin yerini, esnek, akışkan, kısa vadeli kâr hesaplarıyla yaşayan bir “gezgin işçi” aldı. Esnekliğin bir erdem, sadakatin ise bir zaaf gibi görüldüğü bu yeni dünya, insan karakterini aşındırıyor. Çünkü sabır, bağlılık, süreklilik ve derinlik, akışkanlığın ekonomisinde artık karşılığı olmayan fazlalıklar haline geliyor.
Kapitalizm yalnızca ekonomik düzeni değil, duygusal evrenimizi de dönüştürdü. Mutluluk artık bir ahlaki duruş değil, bir psikolojik hâl, daha doğrusu satın alınabilir bir ürün gibi algılanıyor. Reklâmların dili, sosyal medyanın kışkırtıcı görüntüleri, “kendini gerçekleştir” sloganları bizi sürekli olarak daha iyinin, daha fazlanın peşinden koşturmaya çağırıyor. Bu çağrı bir tuzaktan ibaret: Çünkü arzularımızın yapısını taklit eden kapitalizm, hiçbir zaman tam tatmin vaat etmiyor. Hep eksik, hep kısmi, hep biraz daha sonraya ertelenmiş bir mutluluk…
Böylece sistem, kendi yarattığı travmayı ustalıkla gizliyor. Yorgunluk, tükenmişlik, depresyon ya da kaygı… Bunlar sanki kişisel........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Waka Ikeda
Daniel Orenstein
John Nosta
Grant Arthur Gochin