menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Sessiz dizayn, görkemli itiraflardan tehlikelidir

13 0
16.09.2025

(Yeni Dizaynın Sessiz Haritası: Abraham Anlaşmaları, İran- İsrail Gerilimi ve Suriye’de Bitmeyen Belirsizlik ve Obama’nın itirafından sonra başlayan süreçte Trump dönemi, İsrail-Arap normalleşmesi ve ABD’nin bölge stratejisinin dönüşümü.)

Obama’nın 2016’daki, “Kaddafi sonrası plan yapamadık” itirafı, Arap Baharı’nın küresel aktörlerce nasıl yönlendirildiğini ve sonunda nasıl bir enkaza dönüştüğünü açığa çıkarmıştı. Ancak bu itirafın ardından gelen dönem, daha az konuşulan ama daha sistemli bir dizayn sürecini beraberinde getirdi. Bu süreçte artık hatadan değil, niyetten ve eylemlerden söz etmek gerekir. Trump döneminde şekillenen Ortadoğu siyaseti, özellikle Abraham Anlaşmaları üzerinden yürütülen yeni normalleşme dalgasıyla birlikte, bölgeye dair çok daha uzun vadeli bir planlamanın işaretlerini verdi. Bu yeni süreçte öne çıkan dinamikler şunlardı:

• İsrail’in bölgesel meşruiyetini artırma stratejisi,

• Arap rejimlerinin halk taleplerinden kaçmak için İsrail ve ABD ile pragmatik yakınlaşmaları, İran’ın kuşatılması ve provoke edilmesi,

• ABD’nin doğrudan müdahale yerine vekil güçler ve anlaşmalar üzerinden yürüttüğü “temsilci strateji”,

• Ve nihayetinde, Suriye gibi çözümsüz bölgelerin sürekli bir istikrarsızlık tamponu olarak kullanılması.

2020 yılında imzalanan Abraham Anlaşmaları, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn’in İsrail’i resmi olarak tanıdığı tarihi bir adımdı. Ardından Fas ve Sudan da bu sürece katıldı. Görünürde bölge barışı için önemli bir diplomatik başarıydı; ancak bu anlaşmalar, aynı zamanda Filistin meselesinin tamamen görmezden gelindiği, Arap halklarının iradesiyle bağdaşmayan ve tamamen rejim odaklı çıkar anlaşmalarıydı.

Trump yönetimi bu süreci büyük bir diplomatik zafer olarak sundu. Ancak perde arkasında, bu normalleşmenin İran’a karşı bir cephe oluşturmak, İsrail’in güvenliğini kalıcılaştırmak ve Arap rejimlerine halktan değil Batı’dan meşruiyet kazandırmak gibi amaçlara hizmet ettiği açıktı. Böylece Arap Baharı sürecinde meşruiyetini yitiren yönetimler, yeniden Batı’nın onayını alarak pozisyonlarını tahkim etti.

Akif Emre’nin de vurguladığı gibi, Batı’nın bölgeye yönelik politikası artık “insani” ya da “demokratik” söylemlerle değil, çıkar odaklı sessiz dizaynlarla yürütülüyordu. Abraham Anlaşmaları tam da bu yeni paradigmanın ürünüdür: Ses getirmeyen ama bölgenin çehresini değiştiren bir normalleşme mühendisliği.

Abraham Anlaşmaları ile paralel olarak, İran bir kez daha hem bölgesel hem küresel güvenlik tehditlerinin merkezine yerleştirildi. İsrail’in İran’a yönelik istihbarat operasyonları, suikastlar ve provokatif açıklamaları artarken, İran ise Şii milis ağlarını ve vekil unsurlarını bölgeye yayarak karşılık verdi.

Bu denklemde İsrail, İran tehdidini kullanarak Arap ülkeleriyle yakınlaşmayı meşrulaştırdı. Körfez ülkeleri ise İran karşıtlığını kullanarak Batı’nın gözünde “stratejik ortak” hâline geldi. Böylece bölgede........

© Milli Gazete