Göğsünde taşıdığın
“Ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum
Gelmiş dayanmış demir kapısına sevdanın
Ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum”
(Sezai Karakoç)
*
· “O Allah, imanlarına iman katmaları için mü’minlerin kalplerine sekînet, huzur ve itminân indirdi. Göklerin ve yerin orduları yalnızca Allah’ındır. Allah, her şeyi hakkiyle bilen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olandır.” (Fetih Sûresi 4. ayet)
*
· “Doğruluk bir itminan ve huzur halidir. Yalan ve yalancılık ise bir şüphe ve sıkıntı halidir.” (Tirmizî, Kıyame, 60)
*
Kelâmın fıdda ise sükûtun olsun zeheb
Kemâl ehli kemâlâtı sükût ile buldu hep
(Fıdda=Gümüş, Zeheb=Altın)
-Lâedri-
*
Pazar
“Tutamıyorum zamanı”
Elimizde geçmişten başka ne var! bütün hayatımızı geçmişin getirdikleri ile birikimi ile kurmuyor muyuz? Hatta çoğunlukla değişerek, değiştirerek yeniden yeniden ürettiğimiz bazı zaman silikleşen, bazı bölümlerini unuttuğumuz o geçmiş zaman ile kuruyoruz hikâyemizi. Çoğunlukla bir araya geldiğimizde geçmişin çeşitli varyantları arasında gezinip duruyoruz. Geçen zaman bize çeşitli işaretler, izler bırakıp geçiyor ve biz geçtiğini bu izleri, işaretleri görebiliyorsak fark ediyoruz. Bazen farkına varabilecek dikkatten de yoksun kalıyoruz ve bu arada zaman geçmiş oluyor, içimize bıraktığı eksiklik duygusu ile haberdar oluyoruz. Bazen bu haberdar olmanın rengi pişmanlığa çalıyor. Tadı hafif acı ve keder verici bir yanı olduğunu anlıyoruz. “Hayat böyle!” diyerek yoluna devam edebilenler kendilerini bahtiyar saymalı ya diyemeyenler orada takılıp kalanlar için ise hayat çekilmez bir yük oluyor.
Bazen zamanın geçiş hızı karşısında hayretini gizleyemiyor insan. Bu kadar hızla geçen ve çoğunlukla hafızada bir yer tutmayan bir geçmişle ne yapacağız diye ürkmüyor değil insan! Bellek olmadan ne yapar insan? Elinde her anını kayıt altına aldığı aletlere ne kadar güvenebilir? Hadi her şeyi kayıt altına alıyor, hadi her şeyi yedekleyebiliyor. Peki vicdanı nasıl kayıt altına alıp yedekleyecek insan? Ruhumuzu da altüst ediyor bu hız. İnsanın biraz sekînete ihtiyacı oluyor, durmak ve duymak için. Neyi? Elbette kendini; ruhunu, dünyayı, sessizliği ve de zamanı. En çok da ne ile irtibatı kopmuşsa onunla irtibat kurmak için belki de sadeleşmek için. Ama insan, ne yaparsa yapsın iki şeyden kurtulmalı bir geçmişte kalmaktan, iki zamanın döngüsünde kaybolmaktan.
İnsan gözünü açtığı her güne kayıtlar düşüyor. Sabahtan akşama kadar karalıyor, bazen tüm sayfayı kirletiyor bazen ise her sayfaya kıymetli hazinelerden daha kıymetli şeyler yazabiliyor. Yaşamak böyle bir şey belki de. İyi de kötü de birlikte. Bazen üst üste bazen birbirinden fersah fersah uzakta. Onun için sayfayı temize çekme imkânı da sayfayı tamamen karalayıp anlaşılmaz bir hale getirmenin de insan için yolları var. İnsan kendine bakabildiği, ruhunu koruyabildiği ve belleğini yüreğine yani vicdanın yuvasına emanet edebildiği kadar insan. Yoksa diğer türlü belli kodları olan, o kodlara göre yaşayan bir makineden farksız bir şey değil midir? Zamanın kıskacından kurtulup ruhunu özgürleştirebiliyorsan o zaman rüzgârla,........
© Milli Gazete
