Bal vermez arılar
Yeniçağ olarak tanımlanan dönemin dayanaklarının başında gelen “Hümanizm” şeklinde adlandırılan hareket, klasik Yunan-Roma kültürünün yeniden keşfedilerek benimsenmesiyle ortaya çıkmıştı. Hareket noktası, doğanın bir varlığı olan insanı yeni bir yöntem ile ele alarak araştırmak, incelemek, irdelemek, tanımlamak ve kavramaktı. Ancak insan, Feodal Sistem (Beylik veya Ağalık Sistemi) olarak adlandırılan toplumsal, siyasal, iktisadi, kısaca kültürel bir yapı içinde, farklı konumlarda, statülerde, yani sınıflar bağlamında tanımlanıp değerlendiriliyordu. Belli başlı üç sınıf, yani Aristokrat, Ruhban ve Üçüncü Sınıf, toplumsal ayrıcalıklarını oluşturuyordu. Bu üç sınıfın, salt sınıf olması dolayısıyla kendine özgü hakları, imtiyazları, görev, yetki ve sorumlulukları da kesin olarak ayrılmıştı.
Hümanizmin İngiltere’de öncüsü konumunda bulunan Thomas More (1478-1535), yazdığı bazı eserler yanında, hayal gücü temelinde tasarladığı insan, toplum, yönetim konuları üzerine düşüncelerini, 1516 yılında yayımladığı “Utopia” adlı eserde ortaya koyar. Eserin Antwerp’de basımı işleriyle Hollandalı hümanist yazar Desiderius Erasmus bizzat uğraşır. More, yazdığı bir mektupta Erasmus’a “Utopia Kralı” olduğunu şaka yollu bildirir.
İşte, More’un Feodal Sistem içinde belirleyici bir konuma sahip olan Aristokratlar ile ilgili bir benzetmesi vardır ki; hem sistemin hem de onu oluşturan sınıfın gerçek yüzünü bütün çıplaklığıyla ortaya koyar. Dönemin sanat ve düşünce yaklaşımında insan, toplum ve devlet olgularını açıklamada başvurulan ortak simgeler karınca ve arılardı. More da, sınıflı yapıya dayanan feodal toplumdaki aristokratları “arı”ya benzetir, ama ne kadar çalışır gözükseler, ne........
© Milli Gazete
![](https://cgsyufnvda.cloudimg.io/https://qoshe.com/img/icon/go.png)