Endülüs'ün şanlı başlangıcı, hazin sonu
8 yüzyıl süren Endülüs İslam devletinin geride tek bir fert kalmamacasına yok olması oldukça üzücü bir hikâye. Müslümanların ya kılıçtan geçirildiği ya kuzey Afrika’ya göç etmeye zorlandığı ya da din değiştirmezseniz öldürürüz tehdidiyle kendilerini kurtarmak için geçici olarak Hristiyan olmuş taklidi yaptıkları ve canlarını kurtardıkları ancak ikinci neslinin kaybolmasını engelleyemedikleri bir ağıttır Endülüs’ün tarih sahnesinden silinmesi. Avrupa’nın rönesansının en önemli ilham ve bilgi kaynağı olan bu diyar ve Müslümanları pek çok sebebin birleşmesiyle tamamen yok edildiler. Ne kadar hazin.
Endülüs fatihi Tarık bin Ziyad, Kuzey Afrika’nın Emevî valisi Musa bin Nusayr emrinde Tanca ve Ceuta’nın fetihlerine katıldı. Bu savaşlarda gösterdiği başarılar, Arap, İranlı veya daha muhtemel Berberi kökenli olduğu değerlendirilen bu müthiş komutanın köle olarak geldiği Tanca’ya 708 yılında vali olarak atanmasına sebep oldu. 711 yılında, Tanca valisi olarak görev yaparken, İspanya’da iç karışıklıkların yaşandığı, Müslümanların ise kenetlenmiş olduğu bir anda Musa bin Nusayr tarafından kendisine verilen 7000 kişilik bir orduyla İspanya’ya gönderildi. Daha sonra Cebelitarık (Gibraltar) olarak anılacak bölgeye askerleriyle çıkarma yaptı, karargâh kurdu (5 Receb 92 / 28 Nisan 711).
Düşmanın güçlü ordusundan korkup askerlerinin vazgeçmemesi için karaya çıkar çıkmaz tüm gemileri yaktıran Tarık bin Ziyad, bu hamlesiyle belki de savaşın seyrini değiştirdi. "Gemileri yakmak" deyiminin de çıktığı bu olay sonrasında yaptığı tarihi konuşmayla askerlerine verdiği destek ve şevk, onun yüzlerce yıl Müslümanların hakimiyetinde kalacak Endülüs'ün fethinde ilk adımı atan komutan olmasını sağladı.
İlk anda İspanya topraklarında bir direnişle karşılaşmadan doğru ilerledi. Çok geçmeden büyük bir ordu toplandığı haberi geldi. Bu ordunun asker sayısı hakkında tarihçiler 40.000 ile 100.000 arasında rakamlar vermektedir. 10 kat büyüklüğündeki bir orduyla karşılaştığında Tarık bin Ziyad, ordusu çok daha küçük bile olsa Allah’a sığınarak düşmanın üzerine gitmeyi seçerek bağlı olduğu vali Mûsâ bin Nusayr’dan yardım istedi. Kendisine 5000 kişilik yardım birliği ulaştı. İki ordu birleşip Şezûne (Sedona) şehri yakınlarında düşmana karşı durdular. Tarık bin Ziyad, o meşhur konuşmasını burada yaptı. Tarık bin Ziyad'ın efsaneleşen tarihi konuşmasının bir bölümü şöyledir: "Ey mücahitler, bakın, arkamızda deniz, önümüzde düşman var. Artık geriye dönüşümüz kalmadı. Düşmana hücum edip bu toprakları almaktan başka çaremiz kalmadı. Düşmanın silahı, teçhizatı ve erzakı boldur. Sizin silah olarak ancak kılıçlarınız, erzak olarak sabrınız ve düşmanın elinden sahip olacaklarınız vardır. Ey askerlerim, bize ancak doğruluk ve sabır yaraşır. Kısa zamanda hedefe varamaz isek, kendimizi telef etmiş ve karşı tarafa cesaret vermiş oluruz. Bunun için muhakkak düşmanı kısa sürede yenmemiz lazımdır. Biliyorum, ölümden korkmazsınız, fakat ölmek çare değildir. Hedefimiz ölmek değil, İslâm'ı yaymaktır. Benim durumum da sizinle aynıdır. Bu tehlikeler, aynen benim için de geçerlidir. Kendimi tehlikeden sıyırıp, sizleri ölümle karşı karşıya getirmiş değilim. Sıkıntılara, tehlikelere katlanmadan rahata kavuşulamaz. Sıkıntılara katlanın........
© Milli Gazete
