Giden şanlı akıncı ne gün döner yurduna?
Ekip dikmemiz gereken ovaların eşiğine kurulan evler ışıklarını yakmıştı yola çıktığımda. Başımı cama yaslayıp hülyalara daldığımda artık alelade gelen yolculuklarım bir film şeridi gibi gelip geçti gözümün önünden. Bu kaçıncı yolculuktu bilmiyorum.
Her bir yolculuktan önce yola düşmek için sebepler ararsınız. Kimisi yolculukla kendini aradığına inanır. Belki bulur kendini bir yolculuğun sonunda, belki bulduğunu sanır. Kimisi yola düşmeyi bir özgürlük addeder ve o şekilde köşe başında hıyar soyacağı satan işportacı iştahıyla bu özgürlüğü pazarlar. En çok karşımıza çıkan “Evvel refik badel tarik” cümlesidir. Yolun başında “önce yoldaş, sonra yol” deseniz de yolun sonunda “kardeşlik yük olmaz, yük alır” diyen zâtı muhteremin o muazzam cümlesini ıskalayan refikler yolun yükünü, son durağa gelmeden omzunuza bırakır. İşte o zaman anlarsınız: Yol neydi? Yoldaş kimdi? Yolculuk nereye idi? İşte o zaman dönüp arkaya bakarsınız. Bu kez yoldaş yoktur, yalnız yolun kendisi kalmıştır. Ve fondaki o ezgi: “Yüküm ağır yolum uzun / meçhullerde kaybolurum / beni bırakırsan bana / tufanlarda boğulurum”
Yolculuk yapmak herhangi bir vasıtayı gerekli kılar. Otogarların o hiç değişmeyen kokusu… Vedalaşmanın insanın dimağında bıraktığı derin hüzün. İnsanın sırtında taşımak zorunda olduğu bir kambur misali koca bir bavul. Belki........
© Milli Gazete
