Analar ağlamasın
Geniş bulvar ve daracık sokaklardan geçerken, şehrin üzerindeki çeşitli uygarlık ve medeniyetlerin izlerine tanıklık ediyoruz. Şehri ilmek ilmek dokuyan medeniyet temsilcilerinden birisi olan Selçuklu, şehirdeki yapılarıyla görenlerin ufkunu açıyor.
BENİM DERDİM SİZE DERMAN OLSUN
Kayseri İl Kültür ve Turizm Müdürü Doç. Dr. Şükrü Dursun’la şehrin ruhunu oluşturan en önemli yapılardan olan Gevher Nesibe Tıp Tarihi Müzesi’nde buluşuyoruz. “Benim derdim, size derman olsun” diyen Gevher Nesibe Hatun’un hikâyesi iç acıtsa da, Gevher Nesibe Dârüşşifâsı ve Gıyasiye Tıp Medresesi dertlilere deva, hastalara şifâ olmuş. Ziyaret ettiğimiz mekândaki şaheser niteliğindeki bu eserleri bizlere miras bırakanlara dualar edip ayrılıyoruz.
(GEVHER NESİBE’NİN AŞK HİKÂYESİ... Rivayet odur ki Gevher Nesibe Sultan, sarayın baş sipahisine gönül verir. Bu sevdaya Gevher’in sultan ağabeyi Birinci Gıyaseddin Keyhüsrev karşı çıkar. Baş sipahiyi dönülmesi zor bir savaşa gönderir ve baş sipahi orada şehid olur. Bu olay üzerine Gevher, üzüntüsünden ince hastalık denen vereme yakalanır. Kız kardeşini ölüm döşeğinde ziyaret eden Sultan, Gevher’e son dileğini sorar. Gevher, “Ben devasız bir derde düştüm, kurtulmama imkân yok. Eğer dilersen benim dünyalığımla adıma bir şifahâne yaptır. Bu şifahânede bir yandan dertlilere şifâ verilirken diğer yandan da çâresi olmayan dertlere çâre aransın. Hekimler yetiştirilsin. Burada kimseden ücret alınmasın” der. Sultan, Gevher’in son isteğini yerine getirir ve şifahâneyi medresesiyle birlikte 1206 yılında hizmete açar.)
Arkasından şehrin seceresini özetleyen Cumhuriyet Meydanı’nda Roma ve Bizans Uygarlığı’nı, Selçuklu ve Osmanlı Medeniyeti’ni aynı anda görme imkânına kavuşuyoruz. Yanımızdan geçen tramvay eşliğinde Atatürk Heykeli, Saat Kulesi, Kayseri Kalesi ve Arkeoloji Müzesi, Kurşunlu Camii (Mimar Sinan Camii), Kale Camii, Kayseri Ulu Camii (Cami-i Kebir), Hunat Hatun Camii ve Külliyesi âdeta medeniyetlerin merasim yaptığı bir anıtsal törene eşlik ediyoruz.
KAYSERİ KALESİ ÂDETA YENİDEN İNŞA EDİLMİŞ
Cumhuriyet Meydanı’ndan biraz daha ilerleyince bu seferde Kayseri Kalesi’nin surları İstanbul’u gözlerimizin önüne getiriyor. Devasa taşların, insanları insanlardan korumak için devleştiği bir başka mekân Kayseri Kalesi. Kale, Roma İmparatoru III. Gordionus döneminde (238-244) kale ve surlar şeklinde inşa edilmiş. Bizans İmparatoru Justinianus döneminde (527-565) bazı değişikliklere uğratılarak iç kale oluşturulmuş. Kayseri Kalesi bugünkü şeklini Anadolu Selçuklu Sultanı Birinci Alâeddin Keykubad döneminde (1220-1237) almış.
Kayseri Kalesi içerisinde yer alan Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen ve geçmişten geleceğe ulaklık eden eserler ise ziyaretçilerin bakışları arasında arz-ı endam ediyor. Kalenin arka kapısından çıkıp, İstanbul ve Bursa ile birlikte en eski üç kapalı çarşısından biri olan Tarihî Kapalı Çarşı’ya yöneldiğimizde esnafların “buyurun”ları arasında tarihî mekânla irtibatlanmamızı engelliyor. Fakat bütün sıkıntılara rağmen güler yüzlü insanlarla karşılaşmak bütün sıkıntıları unutturuyor.
Rehberimiz, “Hunat Hatun Camii ve Külliyesi’ni mutlaka görmelisiniz” diyor. Zamanımızın darlığına rağmen ilk hedefimiz Hunat Hatun Camii ve Külliyesi. Bu şaheser niteliğindeki Selçuklu eseri, minaresinin gölgesine vardığımızda bizi bir kez daha büyülüyor.
Anadolu Selçuklu Sultanı Birinci Alâeddin Keykubad’ın hanımı Mahperi Huand (Farsça’da “Efendi”, “Büyük Hatun” anlamına geliyor) Hatun tarafından 1238 yılında yaptırılan Hunat Hatun Camii, külliyesi ile birlikte, yıllara meydan okuyarak hâlâ göz kamaştırıyor. Batı ve doğu kapısının üzerinde yer alan kitabe ise, efsunlu bir şifre gibi her ziyaretçi tarafından çözülmeye çalışılıyor. Şehirdeki Selçuklu dönemine ait hangi eseri görseniz “muhteşem” demekten kendinizi alamıyorsunuz.
KAYSERİ LİSESİ’NİN ŞEHADETE YÜRÜYEN ÖĞRENCİLERİ
Kayseri’nin modern alışveriş merkezlerine kafa tutmaya devam eden çarşıların arasından geçerek biraz da yakın tarihle ilgilenmek istiyoruz.
Melikgazi’deki Ziyaret edeceğimiz mekân, Selçuklu eserlerinden çok farklı olmakla birlikte Osmanlı döneminin son yapılarından. Osmanlı Sultanı İkinci Abdülhamid tarafından 1904 yılında yaptırılan, o dönemde rüştiye, idadî ve sultanî olarak hizmet vermiş olan Kayseri Lisesi şimdilerde Kayseri Lisesi Millî Mücadele Müzesi olarak hizmet veriyor.
1921’de Sakarya Savaşı’nda 63 öğrencisi şehit düştüğü için mezun veremeyen tarihî lisenin önündeyiz. Lisenin ihtişamlı basamakları birer birer çıkmaya başlıyoruz. Her adımımızda, bu okulun sıralarında kazandıklarını dünyanın değişik bölgelerinde insanlığın hizmetine sunmak üzere yola çıkan sayısız idealist öğrencinin meftunluğu kendini derinden hissettiriyor. İkinci kattaki okul müzesinin kapısından içeriye girer girmez ise bizleri rahmetli Turgut Özal ile Abdullah Gül karşılıyor. Hem başbakanlık hem de cumhurbaşkanlığı yapan şahsiyetlerle birlikte liseden mezun olan Hulusi Akar’ın da aralarında bulunduğu ünlü isimlerin balmumu heykelleri sergileniyor. Masanın üzerindeki Kayseri Lisesi Mezunları defterinin sayfaları arasındaki kayıtlar mazîden âtiye uzanan hayatların izleğini gösteriyor. Liseye 1922’de atanan ve iki yıl boyunca edebiyat öğretmenliği yapan Şair Faruk Nafiz Çamlıbel’in şehit öğrencilerin anısına yazdığı Kayseri Lisesi Marşı okulun tarihî rolünü özetliyor.
Bir çırpıda gezip, hemen çıkmayı düşündüğümüz Kayseri Lisesi’nin minik müzesi, bizleri dakikalarca oyalıyor. Unuttuklarımızı hatırlatmak için, geçmişin izlerinden örnekler veriyor.
Deyim yerindeyse Kayseri âdeta bir açık hava müzesi görünümünde. Sanayisinden sonra, tarihî zenginlikleriyle, ovalarıyla, tepeleriyle, dağlarıyla Kayseri’nin uyuyan devi; “turizm” son yıllarda derin uykudan uyandırılmış. 4 mevsim destinasyonları ile misafirlerine bütün güzelliklerini aşikâr eden Kayserililer, bacasız sanayinin bütün nimetlerinden faydalanmaya gayret ediyor.
Gün yavaş yavaş gecenin koynuna girerken, medeniyetlerin kol gezdiği beldenin asıl sahipleri, misafirlerini ağırlamak, onlara geçmişi hatırlatmak için kızılca yorganlarını üzerlerine çekiyor. Biz ise, zirveler şehri Kayseri’yi tepeden izlemek üzere Talas Belediyesi’nin Piknik ve Dinlenme Tesisleri’ne hareket ediyoruz. Ali Dağı bizleri serin serin esen rüzgârlarıyla karşılıyor. Ömre ömür katan havasıyla, insanları öbek öbek eteğine diziyor. Biraz önce sesini dinlediği koca şehrin sessizliğine, kucağında topladığı insanlarla hayretler içerisinde bakıyor. Önümüzdeki tablo, “Birilerinin ölümü, birilerinin doğumudur” düsturunu akıllara getiriyor.
KAYSERİ’NİN MANEVÎ ŞEMSİ: SEYYİD BURHANEDDİN HAZRETLERİ
Âdeta açık hava müzesini andıran Melikgazi ilçesinde mukîm Seyyid Burhaneddin Hazretleri türbesinde şehrin manevî şemsi olarak bizleri karşılıyor. Kayseri Mezarlığı’nın içinde bulunan türbe, fevç fevç insanların akınına uğruyor.
1165 yılında Tirmiz’de doğan Seyyid Burhaneddin, ilk tahsilini yaptıktan sonra Belh’e giderek Sultan’ül Ulema Bahaeddin Veled Hazretleri’nden 12 yıl manevî ilimler tahsil eder. Bu dönemde Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin mürebbiğini ve atabekliğini yapar.
Hocasından icazet alarak Tirmiz’e dönen ve orada halkı irşada başlayan Seyyid Burhaneddin, gördüğü bir rüya üzerine Celâleddîn-i Rûmî’yi yetiştirmek üzere 1231 yılında Konya’ya gelir. Daha sonra Mevlânâ’nın zahiri ilimlerde ilerlemek için Halep ve Şam’a gitmeleri üzerine Kayseri’ye yerleşir. Kayseri’yi çok seven........
© Milat
