Kelile ve Dimne’nin Söylediği
Doğu’nun Batı’yı da aydınlatan, bütün dönemlere hitap eden, her dönemde insanı ve insanlığı kendi özüne davet eden büyük metinleri var. Bunlar, yazıldıkları dönemde insanın ve insanlığın çığırından çıkmışlığına, özüne dönmesi gerektiğine yönelik bir çağrıyı barındırırken aynı zamanda sonraki süreçlerde de benzeri yozlaşmaları dağıtmanın, beşeriyeti rayına oturtmanın sayısız şifrelerini de barındırıyor.
Bunlardan biri hiç kuşkusuz Hint bilgeliğinin hamuruyla yoğrulup İslam irfanının süzgecinden geçerek kıvam bulmuş olan Kelile ve Dimne adlı eserdir. Aslında metnin olay örgüsü yine bir Doğu-Batı çatışmasının üzerine kurgulanmış, yine Batı’nın Doğu seferlerinden birinin fitilini ateşlediği, ancak metin üzerinden insanlığı karanlıktan kurtaracak kıvılcımlar barındıran bir zihniyetin ürünüdür. Hikayenin özeti şudur: Uçsuz bucaksız imparatorluğuyla yetinmeyen Büyük İskender Doğu seferine çıkar ve Hindistan’ı sınırlarına katarak küresel bir devlet kurmayı amaçlar. Türlü hilelerle Hint hükümdarı Fur’u dize getiren İskender, çıkarlarını koruması için yerine işbirlikçi bir Hint hükümdarını atayarak tekrar büyük fatih edasıyla memleketine döner. Olan, geride kalanlara olur. Batı’nın yerli işbirlikçisi bu hükümdar, halkına ihanetinden dolayı adı verilmeyen bu kral, tebasına türlü zulümler eder, onları yaşadıklarına pişman olmuş kitlelere dönüştürür. Kitlelerin bu yerli işbirlikçi krala dair serzenişleri metinde şöyle ifade edilir: “Bu adam memleketin başında bulunmaya ve memleketin siyasetini elinde tutmaya layık değildir. Bu memleketin büyükleri de küçükleri de kendilerinden olmayan, hanedanlarına bağlı bulunmayan bir adamın başlarında hükümdarlık etmesine razı olamazlar. Çünkü bu yabancı adam onları ancak hor görür ve zillet içinde yaşatır!” Halkın bu yaklaşımı, doğal olarak yeni bir hükümdar arayışını beraberinde getirir ve halk dönemin büyük filozofu Beydeba’nın öncülüğünde hakşinaslığı, cömertliği, adaleti........
© Milat
