Ruh ve maneviyat
İnsan, ruh sahibi değildir, çünkü insanın kendisi ruhtur. İnsan, ruh olarak yaşamakta, düşünmekte, duygulanmakta, düşünmekte ve davranmaktadır. Ruh, bendir. Ruh olarak yaşamayan insan, aslında duygularından, düşünmelerinden ve duyarlılıklarından çok şey yitirmiş demektedir. Ruh olarak yaşadığı takdirde insan, elini, belini ve dilini tutabilmektedir. İnsanı tek başına tutan, geliştiren ve olgunlaştıran hiçbir ritüel yoktur. İnsanı tutan, farkındalık kazandıran ve olgunlaştıran ruh benidir. Ruh, insanı tutmadığı takdirde birey, hiçbir şeye tutunamamaktadır. Tutunamayan insan, ruhun kendisini tutmadığı insandır.
Ruh, varlığın açık özüdür. Ruh, kapalı ve içi doldurulmuş değildir. Her birey, ruhunu kendisine göre beslemek, geliştirmek ve güçlendirmek sorumluluğuna sahiptir. İnsan ilişkilerimiz, ilgilerimiz ve ideallerimiz, ruhumuzu iyileştirecek, onaracak ve geliştirecek nitelikte olmalıdır. Her an ruhumuz için ne yaptığımız sorusu, bizi meşgul etmelidir.
Ruhu yaralamak, incitmek, kanatmak her zaman mümkündür. Ruhta açtığımız yaralar ve travmalar, geçmemektedir. Ruhtaki acılarımız, incinmişliklerimiz, kırılmalarımız ve kanamalarımız, sadece kabuk bağlayabilir. Yaralarımızın kabuk bağlaması, incinmişliklerimizin geçtiği ve kaybolduğu anlamına gelmemektedir. Ruh, ancak bir başka ruhla ilişkiye girerek, birlikte aklederek, düşünerek, hissederek ve duyumsayabilerek iyileşebilir ve ilerleyebilir.
Elinde kılıç, herkese saldıran bir zihniyette ruh ve maneviyat........
© Milat
