Dağ yarın da orada
Hataların “öğretici” olduğunu söyler dururuz. Peki ya bu iyimser bakış, asıl tehlikenin üzerini örtüyorsa? Şu gerçeği kabul etmekte fayda var: Hatanın kendisi, o yanlış adım, o sınavdaki pot, o iş görüşmesindeki heyecan, çoğu zaman geçici ve telafi edilebilir. Asıl yıkıcı olan, o hatanın ardından açılan karanlık çukurdur. İşte o Çukur’a düştüğümüzde işler değişir. Midemizi burkan o suçluluk, gözümüzü yere diktiren o utanç, “Zaten beceremiyorum”, “Her şey bitti artık”, “Mahvettim ben işi” diye fısıldayan o amansız iç ses… Bu çukur, hatadan çok daha uzun süre kalır bizimle. Kendimizi yer bitirir, motivasyonumuzu sıfırlar, enerjimizi emer. Sonunda “Bırak gitsin!” deyip kenara çekiliriz. Bu çukura düşünce, daha çok hata yapmaya başlarız. Çukur derinleşir, bir kısır döngüye dönüşür. Yeteneğiniz yerinde olsa bile, zihninizin bu kendini sabote eden mekanizması, tıpkı takım seçmelerinde iyi başlayıp bir hatadan sonra kendini paralayan o genç gibi, önünüzü kesebilir.
Bu çukurun en büyük besleyicisi, mükemmeliyetçilik denen o sinsi zihniyettir. “Ya hep ya hiç” diyenlerdenseniz, çukur sizin için daha derin ve daha tehlikelidir. Çünkü en ufak bir pot, yavaş bir ilerleme, sizin gözünüzde kişisel değersizliğinizin kanıtı haline gelir. Bir hobiye başlayıp “Birkaç ayda usta olamadım” diye bırakıverirsiniz. Eğlenmenin bile önüne geçer bu his. Marketten alınacak basit bir üründe bile “en doğrusunu” seçme takıntısı, müşteri hizmetlerinde “kusursuz........
© Milat
