Bilinmezin karanlığından hakikatin şafağına
Geçtiğimiz yazımızda içimizdeki labirentin derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkmış, bilinmezliğin kadim raksına ilk adımları atmıştık. O yolculuğun sonunda, "kapı aralandığında içeri sızan ışığın, bildiğiniz her şeyi sarsabileceği" uyarısıyla kalmıştık. İşte o kapı şimdi ardına kadar açılıyor ve bu sarsıntının aslında bir yıkım değil, derin bir uyanışın ve hakikate varışın müjdecisi olduğunu göreceğiz. Bu, yalnızca dış dünyayı değil, en çok da kendi içimizi aydınlatacak bir keşif serüveni.
İnsanlık, varoluşundan bu yana bilinmezlikle dans eder; sırları çözme ve hakikate ulaşma çabasıyla yoğrulur. Ancak bu arayışta gözden kaçan bir gerçek var: Kayıp sırlar ve gölgede kalmış hakikatler çoğu zaman dışarıda değil, kendi içimizde, algı filtrelerimizin ardında saklıdır. Felsefi düzlemde "gerçek" nesnel olanı ifade ederken, "hakikat" bu nesnel gerçekliğin zihnimizdeki öznel yansısını, tasavvufta ise zahirin ardındaki örtülü ve gizli manayı, ilahî sırları dile getirir. Bu ayrım, hakikatin bütünsel olarak bir anda kavranamayacağını, adeta kırık aynaların her bir parçasında ayrı bir yansıma barındırdığını düşündürür. Her bir kırık, hakikatin bir yüzünü gösterir ve bu parçaları birleştirmek, dışsal bir arayıştan ziyade, içsel bir bütünleşme ve farkındalık süreciyle mümkündür. Böylece, pasif bir bilgi alıcısı olmaktan çıkıp, kendi içsel dünyamızın aktif bir kaşifi hâline gelebiliriz.
Ruhumuzun en ücra köşelerinde saklı duran o büyük gölge, yüzleşmekten kaçtığımız yanımızdır. Alşimist ruh Carl Jung'un derinlemesine incelediği "Gölge Arketipi", kişinin bastırılmış düşünce, duygu, kabul görmeyen istek ve içgüdülerini barındırır; kısacası, toplumsal normlara ve kendi benliğine ters düşen her şeyi içerir. Korkularımız da çoğu zaman bu bastırılmış ve yüzleşmekten kaçınılan gölge yönlerinin........
© Milat
