menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Terörizmin Türkiye ve Dünya Literatüründe Yansımaları

13 19
13.10.2025

Özet;

Bu makale, terörizmin uluslararası literatürdeki yerini ve vekalet savaşlarındaki işlevini inceleyerek, Türkiye’nin “Terörsüz Türkiye” sürecine katkı sağlayacak olumlu ve olumsuz yönleri ortaya koymayı amaçlamaktadır. ETA, IRA ve FARC gibi örneklerle dünya genelindeki terör örgütlerinin farklı bağlamlardaki rollerine değinilmekte ve PKK’nın Türkiye için ne ifade ettiği tartışılmaktadır. Sonuç bölümünde sürecin başarıya ulaşabilmesi için atılması gereken adımlar ve kamuoyuna yönelik öneriler sunulmuştur.

1. Giriş

Terörizm, modern dünyada devletlerin ve milletlerin güvenliklerini tehdit eden önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Terörizm özellikle son yüzyılda dünya gündeminde olmuş ancak buna rağmen ortak bir tanım üzerinde mutabakat sağlanamamıştır. Bunun ana gerekçesi terörizmin, terörist ya da terör örgütü tanımlamasına nereden bakıldığı konusunda ortak bir görüşe varılamamış olmasıdır. Bir kesime göre terör örgütü olarak adlandırılan bir yapılanma bir başka tarafa göre özgürlük savaşçısı olarak görülebilmektedir. Aynı şekilde bir kesime göre terörist olarak adlandırılan bir grup bir başka yapı için ortak bir müttefik olarak kabul edilebilmektedir (Teram, 2020).

Terör Türkçe sözlüklerde; “karşı tarafa korku salma, yıldırma, cana kıyma ve malı yakıp yıkma, tedhiş” gibi anlamlara gelmektedir (Türk Dil Kurumu, 2025). Fransızca “Terreur” kelimesinin karşılığı olarak dilimize girmiş olan Terörizm genel kabul anlamında siyasi bir rejime başkaldırmak, uyguladığı politikaları değiştirmeye zorlamak gibi bir sonuca ulaşabilmek için ayaklanma, gayri nizami harp ve iç savaş başlatmak gibi siyasi şiddet kullanılması anlamında kullanılmaktadır (Demir, 2019, s. 1).

Bu bağlamda 1978 yılında kurulan ancak 1984 Siirt Eruh baskını ile Türk kamuoyunun tanıdığı PKK terör örgütünün operasyonlar sonucu Türkiye içerisinde operasyonel kabiliyetini kaybetmesi ve özellikle Diyarbakır annelerinin ortaya koyduğu halk direnişi ile halk desteğini yitirmesi örgütü dağılma sürecine sokmuştur (Kamer, 2025). Yurt içinde faaliyet kabiliyeti kalmayan örgüt Suriye ve Irak kuzeyinde yeniden yapılanma sürecine girmiş ancak Türkiye Cumhuriyeti Devletinin etkin uluslararası politikası ile bu imkânı bir türlü elde edememiştir. Örgütün içine düştüğü bu durum, kurucu ele başı Abdullah Öcalan’ın İmralı Cezaevinde olması ve özellikle Suriye muhalif unsurların yeni bir Suriye inşası sürecini başlatması ile Türkiye terörü tamamen bitirmek ve bölge kardeşliğini yeniden tesis edebilmek adına; “Terörsüz Türkiye” vizyonuyla önemli bir dönüşüm sürecine girmiştir (Yıldız, 2025, AA). Terör örgütlerinin vekalet savaşlarında kullanılmaları Türkiye’yi bölgesel anlamda şekillendirirken aynı zamanda dünya literatürüne de olumsuz anlamda etki etmektedir. Türkiye’nin hem ulusal hem de bölgesel düzeyde etkin bir güç haline gelmesinin önündeki en önemli engellerden biri PKK terör örgütüdür. Bu doğrultuda Türkiye, örgüte destek veren devletlere karşı gerekli tüm diplomatik ve siyasi adımları atmakta ve gereken her türlü çabayı kararlılıkla sürdürmekten geri durmamaktadır (Dışişleri Bakanlığı, 2025).

2. Terörizmin Dünya Literatüründeki Yeri ve Anlamı

Terörizm faaliyetlerinin ortaya çıkması ideolojik, dini, etnik ayrılıkçı ve siyasi saiklere dayanmakta ve devletler için güvenlik anlamında ciddi bir tehdit unsuru olabilmektedir (Sururi, 2024, s. 72). Literatürde etkin bir fikre sahip Hoffman ve Crenshaw terörizmin stratejik ve ideolojik yönüne vurgu yaparak şiddete yönelmesinin gerekçelerini incelemişlerdir. Crenshaw terörizmin politik ve ideolojik yönünü ele almış, Hoffman ise stratejik şiddet yönünü incelemişlerdir (Erdaş, 2025, s. 26). Terörizm günümüzde vekalet savaşları kapsamında devlet-dışı aktörlerce yönlendirilen ve ilgili devletlerin siyasi hedeflerine ulaşmasına katkı sağlayacak eylem ve faaliyetlerin gerçekleştirilmesine hizmet eden şiddet içerikli stratejiler olarak tanımlanmaktadır (Hoffman, 2017).

Terörizmin onlarca belki yüzlerce tanımı yapılabilir. Her tanımlama modeli kendi bakış açısına göre doğru kabul edilmektedir. Kısacası terörizmin kolay tanımlanamayacağını ancak kolay tanınabileceği söylenebilir. Dünya genelinde bilim insanlarınca terörizmin genel kabul gören tanımı sosyo-ekonomik ve politik olgular üzerinden tanımlamaya çalışılmaktadır. Sosyo-ekonomik temelli tanımlamalar terörizmi zenginler ve yoksullar arasında bir şiddet eylemi olarak tanımlarken, siyasi çıkar elde etmek için terör taktiklerine başvuranlar ise terörizmi siyasi bir olgu olarak ele almaktadır. Literatürde genel kabul gören tanımların başında Yonah Alexander tarafından yapılan; “Siyasi hedeflere ulaşmak amacıyla sindirmek veya genel bir yaygın korku oluşturmak amacıyla rastgele sivil hedeflere karşı şiddet kullanımı" şeklinde yapılan tanım gelmektedir. Ancak bu tanımlamanın dış destekten yoksun yönünü dikkate alarak ortaya koydukları tanım bu anlamda daha anlamlı bir tanım olarak kabul görmektedir. Bu kapsamda Alex P. Schmid'in tanımı bu makalemizin konusunu oluşturan terörizmin tanımı için daha gerçekçi olarak değerlendirilebilir. Schmid’e göre; “Terörizm, gizli bireysel gruplar veya devlet aktörleri tarafından, kendine özgü, suç teşkil eden veya siyasi nedenlerle kullanılan, tekrarlanan şiddet eylemlerinin kaygı uyandıran bir yöntemidir” (Prabha, 2000).

Üçüncü ülkelerce desteklenen terörizm faaliyetleri Soğuk Savaş sonrası dönemde, vekalet savaşlarının ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. ETA (Bask Bölgesi), IRA (Kuzey İrlanda), LTTE (Sri Lanka kuzeyi Tamil Halkı) ve FARC (Kolombiya) gibi örgütler, farklı ideolojik, etnik ve dini gerekçelerle faaliyet göstermiş ve literatürde terörizmin en etkili örnekleri olarak ele alınmışlardır (Crenshaw, 2011; Rapoport, 2004). Türkiye başta olmak üzere Ortadoğu ve Afrika bölgesinde etnik ve dini temelli faaliyet gösteren terör örgütleri ise; “El-Kaide, DAEŞ ve FETÖ” adı altında öne çıkmışlardır. DHKP-C ve MLKP ise mezhepçi ve aşırı sol ideolojiye sahip bir örgüt olarak terörizm faaliyetlerinde rol oynamışlardır. Elbette en kritik konumda ise PKK terör örgütü yer almıştır. PKK, Türkiye’deki etno-milliyetçi ayrılıkçı terörün önde gelen örneği olarak öne çıkmıştır (Çakır vd., 2017, s. 5).

ETA, IRA ve LTTE adlı örgütler bulundukları bölgede azınlık olan etnik grupları temsil ettikleri iddiası ile ortaya çıkmışlardır. Hedef aldıkları ülkede kültürel, ekonomik ve siyasi anlamda haksızlığa uğramış ve mağdur edildiği iddia edilen etnik grupların toplumsal hak mahrumiyetlerinin giderilmesi için çatıştıklarını ileri sürmüşlerdir. Temsil ettiklerini iddia ettikleri etnik grupların yaşadıkları mağduriyet duygusu ve idareye karşı hissettikleri öfkeden beslenerek büyümüş ve örgütsel varlıklarının kabul görmesi için etnik grubun ideallerine uygun söylemler geliştirmeye gayret etmişlerdir. Aynı şekilde etnik grupların yaşadıkları yerleri coğrafi sınırları olarak ilan etmişlerdir. Bu kapsamda IRA, Birleşik Krallığın parçası olan Kuzey İrlanda’yı sahiplenmiş ve buradaki İrlandalı nüfusu temsil ettiklerini ifade etmişlerdir. ETA, İspanya’nın kuzeydoğusundaki Bask bölgesini ve burada yerleşik olan Bask halkını temsilen hareket ettiğini savunmuştur.

Her dört örgüt de kültürel, ekonomik ve siyasi bakımlardan mağduriyetler yaşamış etnik grupların biriktirdiği mağduriyet hissi ve öfke üzerine vücut bulmuş, bu hissiyat ile büyümüş ve örgütsel varlıklarını sürdürmek adına bu durumu etnik grubun zihninde canlı tutmaya çalışmışlardır. IRA, Birleşik Krallık’ın bir parçası olan Kuzey İrlanda’yı ve buradaki (özellikle Katolik) İrlandalı nüfusu temsil ettiklerini iddia etmişlerdir. ETA, İspanya’nın kuzeydoğusundaki Bask bölgesini ve burada yerleşik olan Bask halkını temsilen hareket ettiğini savunmuştur. LTTE, Sri Lanka’nın kuzey ve kısmen de doğu kıyılarında yaşayan Tamil halkı için savaştıklarını ileri sürmüşlerdir. Bu örgütlerin bir diğer ortak yönleri de temsil ettiklerini iddia ettikleri halkın yaşadığı ülkelerin dışında varlık göstermeleridir. IRA Güney İrlanda’daki (İrlanda Cumhuriyeti) İrlandalı nüfus ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki (ABD) İrlanda diasporasıyla, ETA da Fransa’nın içlerine doğru uzanan Bask bölgesindeki Fransa Bask topluluğuyla temas kurmuş ve buralardan destek almıştır. LTTE Hindistan’ın Tamil Nadu eyalet nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Tamiller ile ilişkide olmuştur (Alptekin, 2018, s. 18-19). FARC ise Kolombiya’da yaşayan yoksul ve toprak sahibi olmayan köylülerin haklarını kapitalist devlet ve zengin sınıfına karşı korumak maksadıyla kurulduğunu açıklamıştır. Bu dönemde, özellikle ABD’nin desteğiyle, Kolombiya’daki komünist hareketlerin ulusal güvenliğe yönelik bir tehdit olarak algılanması üzerine askeri tedbirlerle bastırılmaları, bu grupların Kolombiya devletini bir tehdit unsuru olarak görmelerine ve devlete karşı silahlı mücadeleye girmelerine neden olmuştur. FARC etnik ve mezhepsel bir ideolojiye sahip olmamakla beraber yoksulluk ve topraktan mahrum bir kitleyi sahiplenerek varlık göstermeye çalışmıştır. Ancak bu kesimin haklarını savunma adına silahlı şiddete başvurması ve uyuşturucu ticareti gibi toplumsal yapıyı bozucu davranışlar FARC’ın halk nezdinde güç kaybetmesine neden olmuştur (Baysal, 2021).

2010 yılında Kolombiya devlet başkanı seçilen Manuel Santos kendisinden önceki seleflerinin aksine askeri tedbirler yerine diyalog merkezli olarak FARC ile bir barış süreci başlatmıştır. Ancak bu kez geçmişte yürütülen ve başarısız olarak sonuçlanan barış görüşmelerinden daha güçlü olarak çıkan FARC ile farklı ve radikal bir barış süreci yürütmüştür. Yaklaşık 4 yıl süren görüşmeler sonrasında FARC silah bırakarak eylemlerine son vermiştir (BBC News Türkçe, 2017). Aynı şekilde IRA 3 yıl süren barış görüşmelerinin ardından 1997’de ilan ettiği ateşkes ile kendini fesih ettiğini duyurmuştur. Benzer şekilde ETA, yaklaşık 6 yıl süren müzakerelerin ardından kendisini fesih etmiştir. Bir diğer örgüt olan LTTE ise 2009 yılında çıkan bir çatışmada örgüt liderinin öldürülmesi sonrası silahlı mücadeleyi bıraktığını ilan ederek eylemlerine son vermiştir (Alptekin, 2018, s. 22).

3. Türkiye’de Terörizm ve PKK Deneyimi

Soğuk Savaş dönemi, terörizmin uluslararası çatışmalarda başlıca politika araçlarından biri olarak ön plana çıktığı bir süreç olarak değerlendirilmektedir. Türkiye’de ise terör, özellikle devletlerin çeşitli vekil aktörleri devreye soktuğu 1970’li yıllardan itibaren ulusal gündemde belirleyici bir mesele haline gelmiştir. O yıllarda, öncelikle sol ideolojiye dayalı terör örgütleri faaliyet göstermeye başlamış, buna karşılık olarak sağ ideolojiye bağlı örgütlerin eylemleri de artış göstermiştir. 1980 öncesinde yaşanan sağ-sol çatışmaları sonucunda yaklaşık beş bin genç hayatını kaybetmiştir. Sol-sağ terör örgütlerinin eylemlerinin zayıfladığı bir dönemde PKK terör örgütü faaliyetlerine başlamıştır (Türköz, 2011, s. 97).

Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nın web sitesinde yayımladığı bilgilere göre, PKK (Kürdistan İşçi Partisi), Marksist-Leninist temelli ideolojisi ve etnik ayrılıkçı söylemleriyle, 1984 yılından itibaren Türkiye’de on binlerce insanın yaşamını yitirmesine yol açmış olan bir terör örgütü olarak tanımlanmaktadır. PKK’nın faaliyetleri yalnızca Türkiye tarafından değil; Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Avustralya ve pek çok Avrupa ülkesi tarafından da terörizm kapsamında değerlendirilmiş ve bu örgüt, ilgili ülkelerin resmî terör örgütleri listelerine dâhil edilmiştir.

Örgüt, saldırılarında sivil-asker, kadın-çocuk ayırt etmeksizin hedef almakta, kamuoyunda korku ve panik oluşturmayı amaçlayan saldırılar düzenlemektedir. Bu kapsamda; kamu kurumları, eğitim ve sağlık tesisleri, turizm altyapısı ile özel sektör kuruluşları PKK’nın öncelikli hedefleri arasında yer almakta, ambulanslara, okullara ve sağlık çalışanlarına yönelik doğrudan saldırılar düzenlenmektedir. Ayrıca, örgüt tarafından adam kaçırma, suikast, pusu, infaz ve şehir merkezlerinde intihar saldırıları gerçekleştirilmekte, bu bağlamda örgütün yöntem repertuarı geniş bir yelpazeye yayılmaktadır.

PKK, faaliyetlerini sürdürürken finansman ihtiyacını karşılamak üzere haraç, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı gibi örgütlü suçlardan önemli derecede gelir sağlamaktadır. Çocukları zorla silah altına alma ve çatışmalarda kullanma gibi ağır insan hakları ihlalleri de örgütün sicilinde yer almaktadır. PKK’nın bu tür örgütlü suç faaliyetleri, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde yürütülen soruşturmalar ve açılan davalar aracılığıyla da belgelenmiştir.

Örgüt, kuruluşundan itibaren uzun süre Suriye topraklarında konuşlanmış, ancak 1998 yılında örgüt lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması ve kısa bir süre sonra Türkiye’ye iade edilerek ömür boyu hapis cezasına mahkûm edilmesiyle bu durum sona ermiştir. 2003 yılındaki Körfez Savaşı sonrasında ise Irak’ın kuzeyinde oluşan otorite boşluğundan yararlanan PKK, Kandil Dağı ve çevresinde militan eğitimi verdiği, Türkiye’ye yönelik saldırılar düzenlemek üzere kullanılan kamplar tesis etmiştir.

Bu süreç sonrasında PKK hem yürüttüğü silahlı eylemler hem de finansal kaynak sağlamak için başvurduğu örgütlü suç faaliyetleri bakımından, yalnızca Türkiye’nin ulusal güvenliğini değil, uluslararası düzeyde de barış ve istikrarı tehdit eden bir yapı olarak değerlendirilmektedir (Türkiye Dışişleri Bakanlığı, 2025).

Dışişleri Bakanlığının açıklamasından anlaşılacağı üzere; PKK, Türkiye’nin iç güvenlik gündeminde uzun yıllardır önemli bir yer tutmaktadır. Bölgesel aktörler tarafından desteklenerek........

© Milat