menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

​Yeni Bir Dünya Düzeni; Türk…

10 0
09.11.2024

Giriş;

Osmanlı’nın dağılması ile son derece kritik bir trajedi ile karşı karşıya kalınmıştır. Orta Asya’dan gelerek 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi ile Anadolu’nun medeniyet algısını değiştiren Türk Milleti Dünya siyaset sahnesinden çekilmek zorunda kalmıştır. Savaşın galipleri pençeleriyle bir daha ayağa kalkamayacağı şekilde Anadolu topraklarını işgale başlamış Türk ve İslam coğrafyası ile bağını tarumar etmeye girişmişlerdir. Böylesi bir dönemde bölge insanının feraseti ile hayat bulan Anadolu varlık mücadelesini başlatırken yeni düşmanlıkları engelleyecek bir anlayışı benimsemişti. Elbette Osmanlı’nın egemenliğinin kayboluşu özellikle anayurdumuz olan Orta Asya Türk Devletleri ile bağımızı koparmaya yetmişti. Rusya Bolşevik ihtilali ile Sosyalist bir cumhuriyet olmuş ve özellikle Türk Devletlerinin asimile edilerek kendisine bağımlı devletçikler olmasının çaresini düşünmeye başlamıştı.

Çiçeği burnunda yeni bir Türk Devleti olan Türkiye Cumhuriyeti bu dönemde Rusya ile çatışmasızlık ortamını sağlayacak bir arayışı devreye soktu. Türkiye ile Sovyet Rusya arasında 16 Mart 1921 tarihinde Moskova Antlaşması imzalanmıştır (Askeroğlu Arslan, 2015, 1-20).Bu antlaşma ile her iki devlet birbirlerinin aleyhinde ve zararına hiçbir faaliyete girişmeyecektir. İşte bu antlaşma gereği asırlar boyu bir derinliğe sahip olduğumuz Türk dünyası ile ikili irtibatımız kesilmiştir. Sovyet sosyalizmi bu tarihten sonra Türk devletleri ve halkları nezdinde bir asimilasyona girişmiş dini ve kültürel yapıyı yok etmenin çarelerini aramaya başlamıştır. Elbette Moskova antlaşması ile soydaşlarımızla ilişkilerimizin kesilmiş olduğu gerçeği Türkiye açısından birgün Türk Birliğinin kurulması heyecanını yok etmiş değildir.

Nihayetinde Aralık 1991 tarihinde Sovyetler Birliğinin dağılması ile Türk devletleri bağımsızlığını kazanmış oldu. Bu tarihi bir fırsattı ve Türkiye bu fırsatı değerlendirmeyi başardı. Türkiye’nin Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan’ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülke olması Türk Devletler Teşkilatına giden yolun kilit taşlarını döşeyen ilk adım olmuştu. 1992 ile 2010 yılları arasında gerçekleştirilen “Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları Zirveleri” bu birlikteliğin temel taşını oluşturan bir eylem olarak tarihteki yerini almıştır.

Genel;

Aralık 1991 tarihinde Sovyetlerin dağılması Türkmenistan yurdu için bir çığır açmıştı. Türklerin anayurdu olan Orta Asya Türk devletleri Bolşevik ihtilali sonrası büyük bir asimilasyona maruz kalmıştı. Din, dil, ırk, kültürel ve ahlaki yapı gittikçe bozulmak zorunda kalmıştı. Moskova antlaşması gereği Türk devletleri ile irtibata geçemeyen Türkiye bu fırsatı hemen değerlendirmiş;Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan’ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülke olmuştur (Akçapa, 2023, 473-491). Son yüzyıl bir asimilasyonla karşı karşıya olan Türk devletlerinin Türkiye ile ilişkilerinin geliştirilmesi için zamana ihtiyaç vardır. Ve bu zaman verimli olarak kullanılmak zorundadır. Öncelikle ekonomik ve sosyal anlamda ilişkiler geliştirilmeliydi. Bunun için dil, din ve ırk bağları yeniden tesis edilmeye çalışıldı. Öylede oldu. 1992 yılında dönemim başbakanı Turgut Özal önderliğinde Türk milliyetçilerinin desteği alınarak“Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları Zirveleri” düzenlenmeye başlandı(Karagöz, 2022).

1992’de başlayan ilk zirveye devlet başkanları düzeyinde katılım olmuş ve bu durum geleceğe dönük ümitleri kamçılamıştır. Zirveye Türk Dünyasının devlet başkanları Ebulfez Elçibey, Nursultan Nazarbayev, Askar Akayev, İslam Kerimov ve Saparmurad Niyazov katılmışlardır. Zirve sonucunda Ankara Bildirisi imzalanmıştır. Zirvede özellikle Türk dili konuşan ülkeler arasındaki işbirliklerinin neler olabileceği üzerinde değerlendirmelerde bulunulmuştur. Taraflar arasında ortak yatırım ve ekonomik işbirliği seçenekleri ele alınmış, Sovyetlerin baskıcı ekonomik yaptırımları sonrası Türk devletlerinin dünya ekonomisine entegrasyonlarının nasıl sağlanacağı hakkında değerlendirmeler öne çıkmıştır. 1992’de başlayan zirveler serisi2010 yılına kadar toplamda on zirve olacak şekilde icra edilmiştir. 2009 yılında yapılan zirvede imzalanan Nahçıvan antlaşması ilenihayetinde elde edilen olumlu yaklaşımlar ve sonuçlar karşısında 16 Eylül 2010 yılında "Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi-Türk Konseyi”kurulmasına karar verilmiştir (TC Dışişleri Bakanlığı, 2024).

Nahçıvan Anlaşmanın önsözünde konsey üyelerinin, Birleşmiş Milletler Anlaşması'nın amaç ve ilkelerine bağlı oldukları ifade edilerek Türk Devletleri arasında ekonomiden tutun siyasi, politik, eğitim ve kültürel ilişkiler ağı kurmak, bölgesel veküresel barışı sağlayarak istikrar ortamını tesis edebilecek çalışmaları gerçekleştirmek amacına vurgu yapılmıştır. Üye ülkeler ayrıca, demokrasi, insan haklarına saygı, hukukun üstünlüğü ve iyi yönetişim gibi temel ilkelere bağlılıklarını ifade etmişlerdir. Hedeflenenişbirliği ile, üye ülkeler arasındaki ortak tarih, kültür, din, kimlik ve dil birliğinden kaynaklanan özel dayanışma temelinde bir birliktelik inşa edilmesi amaçlanmıştır (TDT, 2021).

Türk halkları için heyecan verici olan Türk Konseyi 2021 yılında İstanbul’da gerçekleştirilen zirve ile adını “Türk Devletler Teşkilatına” çevirerek tarihten gelen teşkilatçılık anlayışı kurumsal bir kimliğe kavuşturuldu (Ünver, 2021). Türk Devletleri Teşkilatı, medeniyet coğrafyamızda her geçen gün stratejik önemini artıran bir yapıya ulaşmaktadır. Küresel aktörler bölgesel işbirliklerinin önemini bizden önce anlamış olacaklar ki Avrupa Birliği, Avrasya Ekonomik Birliği ve Şangay İşbirliği Örgütü gibi birçok örgüt oluşumuna ön ayak olmuşlardır. Bunlardan ders alan Türk Devletleri Teşkilatı da bölgesel işbirliğini en ileri seviyeye çıkarmayı amaç edinmişlerdir. Uluslararası sistemin yapısında meydana gelen değişimler özellikle Covid 19 salgını sonrası ve Rusya Ukrayna savaşı etkisiyle oluşan ekonomik ve siyasi gerilim bir fırsat oluşturmuştur. Teşkilatı oluşturan devletlerin her birinin kendine özgü stratejik avantajlarının nedenli önemli olduğu anlaşılmıştır. Türkiye’nin bölgesel ve küresel gücü ile Azerbaycan’ın enerji rezervleri buna örnek gösterilebilir. Dolayısıyla farklı alanlarda güçlü yanları olan üye devletlerin bu örgüt içinde işbirliği yapması, teşkilata üye her devletin çıkarları açısından kritik öneme haizdir (Akçapa, 2023, 473).

Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlığını yeni yeni kazandıkları bir süreçte Fahir Armaoğlu bu konulara şu sözlerle dikkat çekiyordu; “Türk asıllı cumhuriyetler Türk dış politikasının müstakbel gelişmeleri bakımından büyük bir potansiyel teşkil etmektedirler. Türkiye bu potansiyeli en iyi şekilde değerlendirmek ve kullanmak için şimdiden gerekli faaliyet ve çabayı göstermelidir. Bunun birinci yolu da yakın kültür bağlarının kurulması ve kuvvetlendirilmesidir. Fakat bunu yapabilmek için de bu cumhuriyetlerle özellikle ulaşım ve iletişim imkânlarının genişletilmesi gerekir” (Gündoğdu ve Güler, 2017, s.85). Yaklaşık bir asır boyunca dil, din, ırk, kültür ve sosyal yapı bakımından öz benliğinden uzaklaşan Türk Cumhuriyetleri Türkiye ile gelişen ilişkiler sayesinde öz kültür ve........

© Milat


Get it on Google Play