menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yangından geriye kalanlar bizimdir

5 1
17.02.2025

Dünyanın doğadan uzak, insan eliyle yapılmış görüntülerini izlemek, sık sık ne kadar çirkin bir dünyada yaşadığımızı düşündürüyor.

Yaşama imkânlarının sınırlı olduğu yerlerdeki hayatların çevre biçimlemesi doğayla uyumlu, ama imkânlar ortalamaya yükselince iş değişiyor. Zira “gelişmiş” ülkelerin büyük şehirlerinin ve banliyölerinin kuşbakışı görünümlerinde, alacalı bir grilik ve toprağı eciş bücüş örten paslı tutamlar kayda geçiyor. Dünya nüfus yoğunluğunun konuşlandığı paslı grilikler bunlar.

Gücü simgeleyen katı mimari ve eskidikçe çürük izlenimi veren metropol görünümleri, artık “manzaralı ev” penceresinin süsü sayılıyor. Aşinalıktan ve alışmışlıktan doğan bu benimseyişin güzellikle hiçbir ilgisi yok hâlbuki. Temaşa algısı da tıpkı şehirler gibi değişime uğradığından güzellik tanımı, çirkinliğin bıçak sırtı konumunda, hepsi bu. Öyleyse, ahalinin çoğu aslında acımasızlığı kesin bir çirkinliğin muhatabı.

Avrupa Rönesans’ının ardından şekillenen barok-rokoko anlayışı, Avrupa’nın kiliseler ve dinî mitlerle çerçevelediği sanatı, izafi güzelliğe taşımasının son merhalesi oldu. Ardından gelen modern sanat, söz konusu izafiyeti derinleştiriyor, sanayi toplumunun öncekilere göre biçim olarak bozuluşunu da yansıtıyordu. Bu akımlar Osmanlı dönemi 18. yüzyıldan itibaren kendini ağırlıklı olarak hissettirmişti. Batı’nın kendini yenileme endişesinden payımızı almasak da, sanatını hâkim güç olarak dayatma prensibinin altında ezilmiş görüntümüz, asimile meraklılarını ikna ediciydi.

Sanatı toplumdan uzaklaştırmakla,........

© Milat