Eski Kafalı Zeliha
Aylardan nisan; senelerden ise hemen bu yıllardı... Günün ikindiye yakın olan, öğle vaktinin fazlasıyla pişip olgunlaştığı vakitleriydi. Ankara'nın Kızılay meydanındaki onlarca kafeden birine girmiş oturuyor ve menengiç kahvesi içiyordum, yanlış hatırlamıyorsam. Ki yanlış hatırlamıyorum. O öğleden sonrayı, az sonra gelip karşıma oturacak olan iki kişiyi ve onların soyleyeceklerini çok net bir biçimde anımsıyorum. Nitekim tüm bunlardan söz edeceğim, bu yazıda.
Aslında birisini bekliyordum. Yani, o iki kişinin birisini; yalnızca tek bir kişiyle görüşmeyi bekliyordum. Görüşülmesi gereken bir konu vardı zira, hayat gailesine ve günlük dünya işlerine dair...
Bir randevuya her zaman vaktinden daha erken giden birisi olarak, alıştığım bekleme rutinimi tamamlamıştım, menengiç kahvemin son yudumunu alırken. Gerçek buluşma saati gelmiş çatmıştı artık. Her kim dakik ise şimdi ortaya çıkacaktı. Nitekim çıktı. Çıktılar. Dakikmiş. Dakiklermiş.
Görüşeceğim kişi, yanında birisini daha getirmiş! Ya da 'görüşeceğim kişi, yanında birisiyle gelmiş.' Hangisini demeli? Getirmiş mi, gelmiş mi? Hay Allah'ım! Tanımadığınız birisiyle görüşmeye giderken yanınızda başka birisinin de olmasının, en hafif tabiriyle 'görgüsüzlük' olacağını, kitaplardan öğrenmez ki ama insan! Kitabî değil;........
© Merhaba Haber
