menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Öner Günçavdı yazdı: Ne miras ne alın teri; her zaman her yerde devlet desteği

24 1
27.04.2025

Öner Günçavdı, “Ne miras ne alın teri; her zaman her yerde devlet desteği” başlıklı yazısında Anadolu sermayesinin yükselişinin ideolojik değil, ekonomik koşulların ve devlet desteğinin sonucu olduğunu savunuyor. AKP dönemindeki kalkınmayı, küresel dinamikler içinde doğal bir evrim olarak değerlendiriyor.

Cumhurbaşkanının eski metin yazarlarından olan Aydın Ünal’ın 4 Nisan günü Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan yazısı kamuoyunda dikkat çekti. Başlığı “Miras Değil Alın Teri” olan bu yazıda, AKP döneminde palazlanan sermaye ile Cumhuriyet dönemi boyunca büyüyüp gelişmiş sermaye mukayese edilmekteydi. Özellikle Cumhuriyetin desteklediği bugün de daha çok TÜSİAD bünyesinde örgütlenmiş “büyük sermayeyi” Kemalist ideolojinin ürünü olmakla itham etti. Öte yandan piyasa ekonomisine geçişin başladığı 1980’lerden itibaren, aslında piyasalaşmanın bir ürünü olan, büyük ölçüde de Anadolu’da baş gösteren Anadolu sermayesini “yerli ve milli” olmakla niteledi. Ama bu ayrımı yaparken, ekonomik referanslardan ziyade, daha çok iki grup arasında gözlemlediği ideolojik farklılıklarından yola çıkan, son derece iddialı bir yol tercih etti.

Yazı içeriği itibariyle provokatif bir yazı olduğu için kamuoyunda tartışma yarattı.

Aydın Ünal’ın yazısında doğru noktalara değinirken, ülkemizdeki sermaye birikimi süreçlerini değerlendirirken bana göre büyük yanlışlar da yapmış. Hatta mensubu olduğu kesimin bugüne kadarki savunduğu birtakım konularda, kendi kesiminin sahiplendiği iddialarla çelişir duruma düşmüş.

Yazının konusu Türkiye’nin kalkınma sürecini politik iktisadi bakımdan değerlendirebilmek. Bu benim de aralarında olduğum bir grup iktisatçı tarafından çok uzun zamandır ilgilenilen bir konu. Aydın Ünal’ın yazısını fırsat bilerek ben de bu konudaki düşüncelerim paylaşmak istedim. Ancak bu yazıyı yayımlamak için kamuoyundaki tartışmaların biraz yatışmasını bekledim.

Yazıda cumhuriyet dönemindeki sermaye birikim modeline yönelik birtakım doğru değerlendirmeler olsa da, özellikle Anadolu sermayesinin yükselişi ve o sermayeyi TÜSİAD sermayesi ile yaptığı değerlendirmenin mahiyetinin birtakım eksiklikler içerdiği, hatta bu eksikliklerin yazara yanlış değerlendir yapmaya yöneltmektedir. Dahası Anadolu sermayesinin 1980’lerden itibaren yükselişini sadece siyasete ve temsil ettikleri ideolojiye dayandırması, bu süreç içinde ülke ekonomisinin “piyasalaşması” ve piyasa kurumlarının giderek güçlenerek devletin yerini almasını hemen hemen hiçbir şekilde görmemesini ise büyük eksiklik olarak düşünüyorum. Bu haliyle yazının iddiasının altını yeterince dolduramadığı görüşündeyim. Dahası konuya ideolojik pencereden bakma ihtiyacı yazarın bazı nesnel konularda değerlendirme hataları yapmasına yol açmıştır.

Malum olduğu üzer hiçbir siyasi rejim kendisini destekleyecek bir sınıfsal taban olmadan inşa edilemez. Örneğin sermaye birikim açısından belli bir seviyeye ulaşmış Batı medeniyetinin temel ilkelerinden biri olan “liberal demokrasi”, ekonomik refahını ağırlıklı olarak sanayi faaliyetlerden elde eden orta sınıfın üstünde yükselmektedir. Diğer yandan, tarıma dayalı geleneksel toplumlarda liberal demokrasiye işlerlik kazandıracak kurumların inşa edilebilmesi pek olası değil. Zaten, kuruluş döneminde de ülkenin topyekûn kalkınma hamlesine önderlik edecek verimlilik düzeyine sahip tarımsal bir ekonomisi yoktur.

Malum olduğu üzere hiçbir siyasi rejim kendisini destekleyecek bir sınıfsal taban olmadan inşa edilemez. Örneğin sermaye birikim açısından belli bir seviyeye ulaşmış Batı medeniyetinin temel ilkelerinden biri olan “liberal demokrasi”, ekonomik refahını ağırlıklı olarak sanayi faaliyetlerden elde eden orta sınıfın üstünde yükselmektedir. Diğer yandan, tarıma dayalı geleneksel toplumlarda liberal demokrasiye işlerlik kazandıracak kurumların inşa edilebilmesi pek olası değil. Zaten, kuruluş döneminde de ülkenin topyekûn kalkınma hamlesine önderlik edecek verimlilik düzeyine sahip tarımsal bir ekonomisi yoktur.

Cumhuriyeti’nin kurucu kadroları ülkenin içinde bulunduğu olumsuz ekonomik koşullara rağmen, toplumsal refahı arttırması amaçlayan yeni rejimin belli bir kesimin sınıfsal desteğine ihtiyacı vardı. Ama ülkenin içinde bulunduğu geri kalmışlıktan dolayı öncelikle toplumsal kesim sayısı son derece de sınırlıydı ve ekonomik geri kalmışlığın bir sonucu olarak bunların birçoğu da yeni rejine destek olabilecek güçte değildi. Özel sektörde sermaye birikimi yeterli değil, ülke genelinde gelirler ve refah düşük, kırsalda yaşayan köylü ise son derecede yoksuldu. Dolayısıyla herkesin önceliği daha fazla refaha ulaşıp, yeni rejimin nimetleriyle tanışabilmekti. Siyasi iktidar da önceliği buna verdi.

Ülkedeki ekonomik sınıfların sermaye birikimleri yeterli olmaması bir yana, aynı zamanda kapsamlı bir kalkınma hamlesi için gerekli sermaye birikimini sağlayacak finansal piyasalar gibi ekonomik araçlara da sahip değildi. Böyle bir durumda sermaye birikimini sağlama görevi devlete düşmekteydi. İşte CHP’nin altı oklarından biri olan “devletçilik” ilkesinin ekonomik gerekçesi budur.

Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.

Buradaki devletçilik tercihi, siyasi iktidarın belli bir ideolojiyi topluma dayatmak istemesinden ziyade, yoklukla boğuşan bir ülkede bu yokluklarla baş edebilmek için siyasi pragmatizmle........

© Medyascope