Telsizden manifestoya: Öcalan İmralı’dan PKK ve Kürtleri nasıl dönüştürdü?
Abdullah Öcalan’ın İmralı süreci, yalnızca kişisel bir hikâye olmaktan öte, bölgesel dinamikleri de etkileyen bir faktör haline geldi. Peki 26 yıldır hapiste olmasına rağmen Öcalan kişisel etkisini nasıl korudu? “Bağımsız Birleşik Sosyalist Kürdistan” hedefinden örgütünü feshetme ulaşan bu radikal dönüşümü nasıl gerçekleştirdi? Medyascope, PKK liderinin örgütüne, topluma ve siyasete müdahale anlarını ve silahsızlanmaya giden siyasal dönüşümünü sizin için dosyalaştırdı.
15 Şubat 1999’da Kenya’nın başkenti Nairobi’de yakalanan Abdullah Öcalan, Türkiye’ye getirildikten sonra Marmara Denizi’ndeki İmralı Adası’nda bulunan yüksek güvenlikli cezaevine yerleştirildi. İmralı Adası 10 km² yüzölçümüne sahip. Stratejik konumu ve izole yapısı nedeniyle Türkiye’nin en güvenli cezaevi olarak kabul ediliyor.
1999 yılına kadar cezaevindeki hükümlüler sabun üretiyor ve bazıları hayvan çobanlığı yapıyordu. Öcalan’ın buraya nakledilmesiyle birlikte, adada bulunan diğer mahkumlar farklı cezaevlerine nakledildi.
1999’dan 2009’a kadar Öcalan ada cezaevinde tek mahkum olarak kaldı.
Cezaevinde Öcalan’ın güvenliğini sağlamak için binden fazla askeri personel görevlendirildi. Bu durum, bir mahkumu korumak için olağanüstü bir kaynak kullanımıydı ve İmralı’nın sembolik önemini gösteriyordu. Öcalan’ın yaşam alanı yaklaşık 13 metrekarelik bir hücreydi. Hücrede bir yatak, masa, sandalye, televizyon ve kitaplık bulunuyordu. Öcalan, günün belirli saatlerinde havalandırmaya çıkma hakkına sahipti.
Öcalan, 31 Mayıs 1999’da İmralı Adası’nda başlayan davasının hemen sonrasında yayınlanan “Kürt Sorununda Demokratik Çözüm Bildirgesi” adlı kitabında, “demokratik çözüm” kavramı üzerinde durdu. Bu kitapta, PKK’nin varlığının yasal-siyasal zemine çekilmesi ve demokratik sistemle bütünleştirilmesi gereğini savundu. Öcalan bu kitapta ayrılıkçı olmadığını söyledi. PKK’nin eylemlerinin terörizm olarak değil, düşük yoğunluklu savaş olarak değerlendirilmesi gerektiğini savundu.
Öcalan’ın yakalanması PKK içerisinde bir dizi tartışmaya yol açtı ve yeniden yapılanma süreci başladı. İlk önemli dönüm noktası, PKK’nin 7. Kongresi oldu. PKK, Öcalan’ın İmralı savunmasında ortaya koyduğu “Demokratik Cumhuriyet” tezini 2000 yılında düzenlenen bu kongrede benimsedi. Bu kongrede hareketin ilk stratejik değişimi örgüt tarafından da onaylandı.
PKK, ayrılıkçı bir çizgiden ziyade Türkiye sınırları içinde demokratik haklar talep eden siyasi bir çizgi takip etmeye başladı. Örgüt siyasi aktörleşme çabasını arttırırken silahlı kanadın adı ARGK’den (Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu) HPG’ye (Halk Savunma Birlikleri) dönüştü. İsimdeki “Kürdistan” kelimesinin çıkarılması örgütün o döneme kadar yaşadığı kopuşların en büyüğünü tetikledi. Yüzlerce örgüt mensubu PKK’den ayrıldı.
Öcalan paradigma değişimine devam etti. Savaşın yürütüldüğü bölgenin adı Öcalan’ın çağrısıyla “Medya Savunma Alanları” olarak değiştirildi. Bu kavram örgüt içi iletişimde bugün bile disiplinli bir şekilde kullanılmakta.
2002-2003 döneminde PKK kendini yeniden yapılandırdı. Örgüt KADEK adını aldı. KADEK, 16 Nisan 2002’de yaptığı açıklamada “Demokratik Bir Ortadoğu Çözümü İçin Zaman” başlıklı bir rapor yayınladı. Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de demokratik birliği gerçekleştirmek için eylem planları sundu.
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Ancak KADEK uzun ömürlü olmadı. 11 Kasım 2003’te KADEK kendini feshetti. Yerini Kongra-Gel (Kürdistan Halk Kongresi) aldı. Kongra-Gel’in kuruluşu, Öcalan’ın örgütsel yapılanmaya dair düşüncelerinin gelişiminin bir parçasıydı.
PKK / Kongra-Gel’in, asıl büyük dönüşüm 2005 yılında gerçekleşti. Öcalan, Mart 2005’te “Kürdistan’da Demokratik Konfederalizm Bildirgesi”ni yayınladı. Kürtlere, coğrafi sınırları zorlayan bir konfederasyon örgütlenmesi çağrısında bulundu.
Bu öneride üç farklı hukuk yapısının uygulanması öngörülüyordu: AB hukuku, Türkiye/Suriye/Irak/İran hukuku ve Kürt hukuku. Kürtlere bu üç hukuk yapısına saygılı ve bunlarla çatışmayan demokratik örgütlenmeler oluşturmasını istedi.
Bu öneri, Nisan 2005’teki “Yeniden Kuruluş Kongresi”nden sonra PKK programına dahil edildi.
4-21 Mayıs 2005 tarihlerinde toplanan Kongra-Gel Genel Kurulu da Öcalan’ın önerdiği Demokratik Konfederalizm ilkelerini benimsediğini açıkladı. Bu doğrultuda KCK (Koma Civakên Kurdistan – Kürdistan Topluluklar Birliği) yeni bir örgütsel yapı olarak kabul edildi.
KCK, Öcalan’ın Murray Bookchin’den etkilenerek geliştirdiği komünalizm ve konfederalizm fikirlerinin pratik bir uygulamasıydı. KCK, dört parçaya bölünmüş olarak kabul edilen Kürdistan’ın tüm bölgelerini kapsayan şemsiye bir örgüt olarak tasarlandı. Siyasi yapılar olarak Türkiye’de (PKK), Suriye’de (PYD), İran’da (PJAK) ve Irak’ta (PÇDK) adıyla KCK sistemi uygulanmaya çalışıldı. Bu aktörlerin askeri kanatları oluşturuldu. PYD’nin silahlı kanadı YPG daha sonra Suriye iç savaşına yön veren en önemli aktöre dönüştü.
Askeri yapıların yanı sıra hızla siyasi, sivil, kültürel organlar ve iktisadi kooperatifler oluşturuldu. KCK sistemi, Öcalan’ın yeni tezlerine uygun olarak takipçilerine “bağımsız bir vatan” vaad etmedi. Fakat “vatanı” zihinlerde oluşturuyordu.
KCK’nin vatanı zihinde kurgulayan bu devletsiz modeli, Avrupa’daki Kürtler arasında da hızla yayıldı. Hatta Öcalan’ın modeli, “Bağımsız Kürdistan” diyen Kürt partilerine karşı “gerçekçilik” ve “kolay uygulanabilirlik” avantajı elde etti. KCK zamanla dünyanın dört bir yanındaki Kürtler arasında çeşitli yapılar kurdu.
2007 yılında, Öcalan’ın “Demokratik Toplum Manifestosu” çalışması doğrultusunda, KCK Sözleşmesi resmen ilan edildi. Bu sözleşme, Öcalan’ın “demokratik ulus”, “demokratik özerklik” ve “demokratik konfederalizm” kavramlarının somut bir ifadesi olarak şekillendi. KCK Sözleşmesi’ne göre, her bölgede özerk demokratik yapılar kurulacak, ancak bunlar bir devlet olmayacaktı. Sözleşme, Kürt toplumunun iç ilişkilerini düzenleyen bir tür Anayasa olarak önerildi.
KCK sözleşmesinde örgütün en üst organı olarak başkanlık kurumu 11. maddede şu şekilde tanımladı:
“Kürdistan Demokratik Toplum Konfederalizmi Kurucusu ve Önderi, Abdullah Öcalan’dır. Ekolojiye ve cinsiyet özgürlüğüne dayalı demokrasinin felsefi, teorik ve stratejik kuramcısıdır. Her alanda bütün halkı temsil eden önderlik kurumudur. Kürdistan halkının özgür ve demokratik yaşamına ilişkin temel politikaları gözetir ve temel konulardaki en son karar merciidir.“
KCK düşüncesi tahmin edilenden hızlı büyüdü. Hareketin silahlı kanadına katılmak istemeyen binlerce insan sosyal ve politik alanda açılan bu yapıda yer bulabildi. 1990’larda daha dağınık bir görüntü veren Kürt kurumları hızla birbiriyle ilişkiye sokuldu. Bu kurumlar arasındaki hukuku düzenleyecek yasama organları oluşturulmaya çalışıldı.
2009’da başlayan KCK operasyonları sürecine kadar dünya genelinde iki binden fazla siyasal, sivil toplum, kültürel, medya yapısı inşa edilmişti. Devlet, bu sivil dönüşümü “terörün uzantısı” olarak değerlendirdi ve müdahale etti. Yapılan yargılamalar sonucu çok ağır cezalar verildi. Başta belediyeler olmak üzere Kürt hareketinin sirayet ettiği tüm kurumları hedef aldı.
Öcalan’ın İmralı’da geliştirdiği bir diğer önemli kavramsal çerçeve, “Demokratik Modernite” düşüncesi oldu. 2010’lu yılların başında Kürt hareketinin felsefi dünyasına bu kavram damga vurdu.
Beş ciltlik “Demokratik Uygarlık Manifestosu” serisinde geliştirdiği bu düşünce, moderniteye alternatif bir yaklaşım sunarak, kapitalist modernitenin karşısına demokratik moderniteyi koyuyordu.
Bunların yanı sıra, 2009 yılında Öcalan’ın Kürt-Türk çatışmasının çözümü için hazırladığı 160 sayfalık önerisine devlet yetkililerince el konuldu. Metnin kamuoyuna ulaşması engellendi.
Abdullah Öcalan, İmralı’da geçirdiği yıllar boyunca........
© Medyascope
