menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kenan Çamurcu yazdı: Hurilere sabırsız fantazyanın antropolojisi

34 1
15.02.2025

Kenan Çamurcu bu haftaki “Hurilere sabırsız fantazyanın antropolojisi” başlıklı yazısında Müslümanlıktaki “72 huri” inanışını inceliyor, Kur’an ve tefsirlerde hurilerin mit olup olmadığını, cennet vaadi ve radikal inançlar arasındaki ilişkiyi sorguluyor.

Trump’ın Gazze’ye hallenmesindeki “takeover” misali, ABD ve Avrupa’nın tam desteğiyle Aralık 2024’te Suriye’yi ele geçiren Nusra lideri Culanî, cennette çok sayıda huriyle seks vaadiyle motive ettiği savaşçılarını yıllarca ölüme göndermeyi başardı. Üstünde bombalı yelek, hurilerle buluşacağına kesin inanmış, gözleri ışıl ışıl, camiye, cenaze törenine, çarşı pazarda kalabalıkların arasına dalıp tek kalemde onlarca masumu katleden cihatçıları unutmak kolay olmayacak. İdlip’te kadınları sokak ortasında infaz etmesiyle ün yapmış yeni adalet bakanının “o dönem öyle şeyler yaptık evet” açıklamasını Avrupalılar sevimli ve sempatik itiraf görse de.

Gerçi hurilere kavuşma krizi alevlenmiş meczupları Avrupa meydanlarında kendini patlatmaktan uzak tutmak için Selefilere Suriye’de devlet verme kurnazlığındaki ince hesapta isabetliler. Bedeli mukabili geri kabul anlaşmasıyla hem Selefi devletin demografi ihtiyacını karşılamış olacaklar hem de Avrupa şehirlerinde biyolojik silah olarak dolaşan, hurilere kavuşmaya sabırsız serbest radikaller Batı şehirlerine tehdit olmak yerine Suriye’deki hoşnutsuzluğun muhtemel bir kitlesel tepkiye dönüşmesi anında epey iş görecek.

Cihatçılarını cennette hurilere kavuşma umuduyla Allah için ölüme ve öldürmeye koşarken kuşkusuz bazı stimülanlardan da destek alıyordu Culanî ve bir gecede şipşak general olmuş komutanları. Suriye’yi fethedince terörist olmaktan kurtulan cihatçıların şu sıralar sağda solda elleriyle koymuş gibi buldukları captagonlar mesela. Farmakologlar bu büyülü takviyenin, bombalı yeleği patlatırkenki hissizliği sağlamada üst düzey etkisini inkar etmeyecektir.

Avrupa’nın hayali edebiyatına talebe olup Alamut’un şahı Hasan Sabbah’a ve fedailerine yakıştırdıkları tüm fantastik sekanslar onların gerçek dünyası aslında.

Bu yazıda, öldürmek üzere ölüme depara kalkmaktaki kesin inancın farmakolojik destek kısmına değil de Müslüman erkekleri heyecanlandıran hurilerle orgy fantezisinin antropolojisine bakacağız.

“Göğüsleri henüz tomurcuklanmış cennet kızları”na özlem, pedofil Müslüman erkeğin büyük hasreti. Şuuru ve muhakemeyi iptal edecek kadar büyük. Kur’an’daki kimi ayetleri şaşırtıcı fizyonomik detaylarla tercüme ettiren bir heyecan hali. Diğer taraftan, öte dünyada gerçekleştireceği emelinin bu dünyada da tadına bakmaktan hiç geri durmuyor elbette. Erkek kız ayırmadan küçük çocuklara yeltenilen taciz, tecavüz, istismar vakaları suç arşivinin en kallavi reyonunu oluşturuyor.

Hurilerle sınırsız cinsellik hülyasıyla yatıp kalkan pedofil Müslüman erkeklerin fantezisi sınırsız. Rivayetlerde sayıları 72’den 8 bine kadar çıkan, kimi rivayetlerde de 4 bin bakire, 8 bin dul detayı verilen (Zebidî, 14/606) kız ve kadınlarla seks müjdesinin hayaliyle yaşıyorlar. Üstelik bu kızlar hep bakire olacak. Her ilişkide hymen yırtıldığında hemen onarılacak ve tekrar bakire olacaklar. (Suyutî, 1/86). Regl olmayan, hep virjin, kızlıkları her defasında yenilenen genç kadınlar. Sisifos laneti gibi.

Dr. Fehim Emir, “Bismillah, Kant und der Islam” başlıklı yazısında Kant’ın, Müslümanları ebedi şehvet düşkünü gördüğünü yazmış. “Müslümanlar ölmeyi seviyor, çünkü huriler onları cennette bekliyor,” diyor.

Irkçılığının sebep olduğu önyargılarını (Özbek, s. 26) saklı tutarak, Kant’ın Müslümanlık için söylediklerinde haklı bir yan var: Müslümanlık bir tür afyon yolculuğu; yanlış vizyonların yönlendirdiği, ilkel duyuların hakim olduğu rasyonel olmayan inanç; şüpheli görüşleri rasyonel sorulara karşı bağışık olan mistiklerin kışkırttığı duygusal coşku. Pratik Aklın Eleştirisi‘ndeki meşhur cümlesi şöyle: “Pratik akıl tutkularla koşullanmış olarak (…) temele konursa Muhammed’in cenneti (…) kendi beğenisine göre kendi ucubesini akla zorla dayatırdı. Aklı bu biçimde düşlere terketmektense akla hiç sahip olmamak daha iyidir.” (Kant, s. 131).

Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.

Freud’un, dinin kolektif/masif saplantı nevrozu olduğu iddiası (Freud, s. 40), inanca karar vermek için kullanılması gereken aklı lağvedip acayip, tuhaf, çılgınca inançları sorgulamaksızın ve muhakeme etmeksizin benimsemeye tam uyuyor.

Müslümanlar böyle bir dinin başka inançtan veya inançsızlık evreninden erkekler için çok cazip olacağını planlıyor ve tebliğin eksenine cennette huri itikadını yerleştiriyor. Kadınları bu dünyada bile hesaba katmadıkları için öte tarafta onların hissesine hiçbir şey düşmemesinde dert edecekleri bir şey yok. Çünkü antik Yunan, Hıristiyan Ortaçağı ve Aydınlanma döneminde kadını akıldan yoksun varlık gören düşünürlerle aynı inançtalar.

Huri meselesinde Müslümanların aklının ucundan bile geçmeyen çok temel ve önemli sorular var oysa:

– Allah kadınları kapsam dışında bırakıp sadece erkekleri cennette yaşanacak cinsel fanteziyle mi ibadete motive ediyor?

– Hurilerle orgy Allah’ın erkekleri kulluğa teşvik yöntemi mi?

– Allah, kendisi için ölmeye cennette onlarca, yüzlerce, hatta binlerce küçük kızla cinsel ilişki vadederek mi dinini ayakta tutmaya çalışıyor?

– Henüz göğüsleri bile çıkmamış küçücük kızları ödül vaadi olarak kullanan bir Tanrının rahman ve rahim olması mümkün mü? Bu itikatta sorun yok mu?

– Hiçbir ahlakî kurala bağlı kalmaksızın dilediğini yapan Tanrı tasavvuru tuhaf değil mi?

– Huri ödülü çok önemli bir motivasyon ise neden başka konularda olduğu gibi çok sayıda ayette tekrarlanmadığını, sadece birkaç ayetteki belirsiz ifadelerden böylesine büyük sonuçlar çıkarıldığını merak etmek gerekmez mi?

– Huri rivayetlerinin hiçbiri Peygamber’e varmadığı halde neden Kur’an ayetleri fantastik huri detaylarına göre yorumlandı?

Müslümanlığın, kâfirleri öldürürken ölürse cennette kendisine sunulacağına inandığı huri ordusu bu dünyadaki yoksunluğun büyüklüğü oranında. Bu dünyada çok eşliliğin dört kadınla sınırlandırılmasında sınav gören cinsel öforinin öte dünya fantezisi.

Burada din sosyolojisi yapıyor olsak inançları ve o inançların toplumlarını tasvir eder, betimler geçerdik. Ama felsefeden yardım alıyoruz ve doğru-yanlış, iyi-kötü değerlendirmesine bakmak zorundayız.

Annales Okulu ve Braudel sayesinde tarihi, insan ve toplumların tüm yönleriyle hesaba katılacağı bir zaman akışı olarak incelemenin önemi farkedildi. Yoksa elde tarih namına devletler, savaşlar, anlaşmalar, büyük şahsiyetler vs. ile şişirilmiş kurgu hikayeler olacaktı sadece. İklim, nüfus, iktisat, gelenekler, dil, kültür vs. sahalarına bakmadan yazılan tarih hayali öyküden ibarettir. Dinî hayatın her şeyi, hatta inançlar da tarihtir ve ancak Braudel’in şart gördüğü yöntemle incelenirlerse doğruya yakın sonuçlara varılabilir.

Diğer din ve inançlar gibi antropolojik bir vaka olarak Müslümanlık bu metoda intibak etmekte çok geç kaldı. O nedenle, uğruna ölmeyi ve öldürmeyi olağanlaştırdığı zıvanadan çıkmış kutsallaştırmalarla âkil ve bâliğ değerlendirmelerin ışık yılı uzağında. İnsanlık birikimine, uygarlığa katkısı yok. Bilakis körkütük karşıtlıkla iyi olan her şeyi imha etmeyi kafaya takmış. Bu haliyle yerinde sayarsa makuliyet, izan ve insafla arasındaki mesafe daha da açılacak ve bir süre sonra ancak psikiyatrinin konusu olacak.

Böylesine derinleşmiş kriz zamanında kalıcı bir çare aramak yerine İslamofobi edebiyatına sımsıkı sarılmak veya ağlak mağduriyet sızlanmalarıyla acınmayı beklemek, asıl yapılması gerekenlerden firar için zaman satın alma kurnazlığından başka bir şey değil. Müslümanlık bohçasındaki dikiş tutmayan yamaları söküp atmadan Müslüman toplumların düze çıkamayacağına gelişmiş toplumların tarihsel serüveni tanıktır.

Huri meselesi gibi çok sayıda örneğin ortak özelliği, uydurma rivayetlerle ayetlere anlam verilmiş olması ve bu anlamları korumak için kelimelerin lugat anlamlarına dahi müdahalelerde bulunulması. Biraz sonra bu sorunu başlangıç seviyesindeki okuyucunun seviyesine göre de ileri okuma ve uzmanlık düzeyindekiler için de açıklayacağız.

Meselemiz esas itibariyle metin yorumuna ilişkin tartışmalarla ilgilidir ve Müslümanlar, konuyla alakalı ayetlerin doğru yorumuna ulaşmaya çalışmak yerine o ayetleri, zihinlerini istila etmiş hurilerle seks fantezisini doğrulayacak biçimde kullanıyorlar. O kadar ki, Kur’an’da “huri” kelimesinin geçmediğini, üstelik kelimenin dişil de olmadığını, hatta isim bile olmadığını göremeyecek kadar şuurları kapalı. Yani Müslümanlar kendi ürettikleri imajla durduk yere kendilerini coşturuyorlar. Huri ya da huriler, Müslüman cinsel açlığın zihnindeki masturbatif kurgu. Uğruna ölecek kadar tehlikeli ama.

Fantezi girdabında kaybolmuş bir zihinle bazı ayetlerdeki ifadelere azgın cinsel ve pedofil anlamlar verilmesi Umberto Eco’nun semiosis evreni itibariyle tipik aşırı yorumdur. Gerçi Eco, karşı olmakla birlikte aşırı yorumu meşruiyet alanında tutmaya itiraz etmiyor. Ama Kur’an ayetlerindeki kimi ifadelere yüklenen cinsel ve pedofil anlamlar aşırı yorumu fazlasıyla aşacak denli marjinal, gayri meşru, sakıncalı.

Umberto Eco’nun yorumculuğunu yorumlayan pragmatist düşünür Richard Rorty, metinleri yorumlamaya karşı çıkıp onları kullanmayı savunmasıyla meşhur (Rorty, s. 115). Onun sözünü ettiği, metni yorumlamak yerine kullanmak, Müslümanların Kur’an’a yaptığının ta kendisi. Tefsir adı verilen ilim dalı yorum manasına gelse de gerçekte Müslümanlar çoğunlukla metni kullanmaya dayalı olarak Kur’an’dan yararlanıyorlar.

Kierkegaard’ın, Korku ve Titreme’de, farklı senaryolarla anlatıp yorumladığı İbrahim’in oğlunu kurban etmesinin öyküsü hatırlanacaktır (Kierkegaard, s. 11-14). Tam bir aşırı yorum örneğidir. Gerçi bu durumu onun İncil okumasındaki eksiklik ve yetersizlikle açıklayanlar var. O da “Silentio” adıyla yayınladığı kitabın girişinde kendisini “felsefeyle zerre ilgisi yok” diye tarif ediyor. Belki tevazudan, belki de aşırı yorumunun farkında olduğu için. Tanah incelemesi yapacak dil ve din bilgisi yoktu çünkü. Biblical tercümeye bakabilirdi sadece. Öykünün literal anlaşılmasına itiraz eden yorumlar varken Kierkagaard’ın metaforik okuma yerine lafzî manayı tercih etmesi ya bilgisizliğine ya da kötü niyetine bağlanabilir. Ya da coşkulu edebiyat yapmasına ancak literal okuma izin vereceğinden öyle yapmıştır. Öyküyü rüya kabul etseydi ya da metaforik okumaya dayansaydı tragedya yapamazdı çünkü.

Müslümanların da İbrahim-İshak öyküsünü rüya ve metafor görmek yerine en trajik yorumu seçip dinlerine transfer etmesinde etoburluk motivasyonu etkili olmuş olabilir. Sadece Hacda farz ve geçerli olan kurban kesmeyi her yerde şehvetle eda edecekleri ibadete dönüştürmelerinden anlaşılıyor bu. Kur’an’da (Hac 37) et ve kanın Allah’a ulaşmayacağı, niyet ve iyi davranışın kabul göreceği özellikle belirtilmesine rağmen. Hayvan kurban etme gibi hüzünlü ve sarsıcı bir eylemi “bayram”la kutlamaları mesela. Haccın bitiş gününe “Hacc-ı Ekber” denilmesine rağmen “kurban bayramı” dediler. Canlı hayata saygı ve sadakat hisseden halklar ve kültürler gibi kendilerini doğaya ait hissetselerdi acı çekeceklerdi oysa. Beslenme mecburiyetinin çaresizliğine isyan olacaktı hayvan kesmek.

Müslümanların “huri” meselesindeki taşkın, azgın, histerik, nevrotik inancı da böyle. Eğitimsiz, vasıfsız, muhakemesiz, cahil vaizlerin sağda solda buldukları veya işittikleri uydurma rivayetlerle köpürttükleri hararetli fanteziler, acil psikiyatrik müdahale gerektiren ya da çocuklar için önleyici tedbir kapsamında denetimli serbestlik uygulanacak meczupluk örnekleridir.

Büyük bir özlemle kavuşmayı umdukları “huri” tamamen hayal ürünü. Ayetlerde böyle bir kelime kullanılmaması bir yana, hurilere ima sayılarak tercüme ve tefsir edilen ifadeler de tarihsel dönemlerinde ve antropolojik gerçekliğinde bambaşka anlamlara geliyor.

Meşhur el-Mizan tefsirinin sahibi filozof Allame Tabatabaî’nin yönteme ilişkin bir uyarısı var:

Bütün dillerde asli anlamlarında kullanılan kelimeler vardır. Ama bazı kelimeler de zaman içinde kazandığı kavramsal ve örfi anlamıyla diyaloglarda ve halk arasında kullanılmaya başlar. O kadar ki asıl anlamı unutulacak seviyede deyimsel ve örfi kullanımı asıl anlamın önüne geçer. Bu tür bir kullanım, asli anlamından ayrılıp başka bir anlamın yaygın biçimde onun yerine geçtiği alegorik veya metaforik ifadedir artık. Arapça da bundan istisna değil. Mesela “bekaret” kelimesi aslında “taze” ve “bozulmamış” anlamına geliyorken bu kelime şu anda asli anlamıyla bütünüyle ilişkisiz olmasa da örfte ve diğer dillerde kendine özgü bir anlam kazanmış durumdadır. Yahut “ferc” kelimesi Arapça’da “yarık” anlamına geliyorken şu anda asıl anlamından uzaklaşmış ve kadınlar konusunda özel bir anlam (vajina) kazanmıştır. (Tabatabaî, 20/286).

Merhum Allame’ye katkı yapalım: Mesela “Kur’an” kelimesi de şu anda matbaalarda basılan kitabı (mushaf) ifade etmesine rağmen Peygamber hayattayken elde böyle bir kitap yoktu ve kelime bu anlama gelmiyordu. Mesela Kur’an’a abdestsiz dokunulamayacağı iddiası bu nedenle kelimenin yeni anlamı esas alınarak sonradan icat edildi ve bu iddia için bir de ayet bulunarak (Vakıa 79) tahrif edildi. Böyle çok sayıda örnek var ve yaşayan Müslümanlık bu yüzden Peygamber’in öğrettiği İslam’dan epeyce farklı.

Anlam ve yorumu belirleyen yöntemle ilgili temel soru şu: Kur’an’da pedofilleri heyecana getiren huri, gılman, vildan, teraib, kasırat vs. gibi nitelemeler neden belirsiz, kapalı, flu ve blur? Neden kanıt gösterilen ayetlerde yoruma gerek bırakmaksızın ve tartışmaya yol açmayacak netlikte hurilerden bahsedilmedi? Bu tasvirler hurilerle ilgili değilse ne ile ilgili ve ne mesaj veriyor?

Başka bir yazıda coğrafi, tarihsel, kültürel ve antropolojik bir mesele olarak Kur’an, vahiy ve peygamberlik konusunu anlatacağımızı hatırlatarak bu yazıyı ilgilendiren yöntem bilgisi itibariyle başlangıç önermemizi not etmekle yetinelim: Ünlü düşünür Abdulkerim Suruş’un teorisine göre Peygamber’in gördüğü veya işittiği vahiy bir çeşit rüyadır, ama bilinci açıkken ve uyanıkken gördüğü türden. Rüyayı da gündelik dille ifade etmek çok zordur. Toplumsal hayatla ilgili olmayan ayetlerin anlamlarındaki güçlük de buradan geliyor. Suruş dört uzun makalede teorisini yazdı.

Allah insan gibi konuşmayacağından klasik teorinin aksine Kur’an harfler ve kelimelerle Peygamber’e indirilmedi. Hatta vahiy inmedi de. Çünkü “nüzul”ün tek anlamı “inmek” değil. “Varmak”, “ulaşmak” anlamlarına da geliyor. Arapça’da yolculuğun sonunda bir beldeye “inilir” (نزل بالبلد), yani varılır, ulaşılır. Türkçe’de de var bu kullanım. Benim şehrim İzmit’te çarşıya gitmek, “çarşıya inmek”tir mesela.

Hulasa vahiy fenomeninde yukarıdan aşağı doğru bir hiyerarşi yoktur aslında. Çünkü peygamber, uygun ruh haliyle vahye ulaşıyor ve görüp işittiklerini çevresindekilere aktarmaya çalışıyordu. Bunlar olurken bir olağanüstülük yaşadığını, o ân bittiğinde kendine geldiğini ve normal hayata döndüğünü onu izleyenler anlattı çok sayıda rivayette. Batılı oryantalistlerin o hale “epilepsi nöbeti” demesinin (Haykal, s. lxx) sebebi bu rivayetler. Epilepsi nöbeti geçirenin dilinden bu kadar anlamlı ve şiirsel sözler dökülemeyeceğini bildikleri halde ortaya attıkları iddia bu yüzden propaganda sınıfına giriyor. Nesnel durum analizi yapanlar açısından ise doğru önerme şu: Ömrünün son 10 yılını Medine’de geçirmiş Mekkeli Arap Peygamber’in dilinden dökülen ayetlerdeki kelime, kavram ve deyimlerin anlamını o toplumun dil, kültür ve tarihine doğrulatmadan verilen hiçbir anlam geçerli değildir.

Hameneî’nin otokrasisinde nasibine doğal olarak hapis cezası düşmüş medrese eğitimli ve hukuk doktoralı Fatıma Vesmegi, Allah’ın peygamber göndermediğini, bazı yetkin insanların kendi çabalarıyla vahyi bulduklarını öne sürdü. Ona göre kronolojik olarak peygamberler gönderilmedi. Farklı yerlerde vahiyle karşılaşanlar onu aktarma görev ve ödevini yerine getirdi. Yani........

© Medyascope