Kenan Çamurcu yazdı: Hümanist megalomaninin Müslümancası
“Hümanist megalomaninin Müslümancası” başlıklı bu haftaki yazısında Kenan Çamurcu, ülkemizde sokak köpeklerine karşı yürütülen itlaf kampanyasının İslam’da meşru zemininin bulunmadığını örnekleriyle açıklıyor.
Arap edebiyatında “ya ümmeti” (ey ümmetim) diye başlayan şiir geleneği var. Halil Cibran’ın “Ey ümmetim, sana öğüt vereni inkar ediyorsun” diye başlayanı en meşhurları. Bizde Ahmet Altan, şiir olmasa da şiirimsi “Ey kavmim, sen ki peygamberlerini bile dinlemedin, beni hiç dinlemezsin.” cümlesiyle başlayan ünlü yazısını yayınlamıştı Haziran 1996’da, Yeni Yüzyıl gazetesinde. Mutlu günlerinde “reisçi” ve “hocaefendici” muhafazakârların yıllarca hayranlıkla sağa sola gönderdiği yazı.
Konya’nın Karatay ilçesinde, henüz hiçbir şey belli değilken 2 yaşında Suriyeli Rana’nın evsiz köpekler tarafından öldürüldüğü iddiasıyla araç konvoyu yapıp köpekleri protesto gösterisi düzenleyenleri görünce aklım “ey ümmetim, ey kavmim” diye haykırdı, “Sen Allah’ı da dinlemiyorsun artık, canlı hayata, hayvanlara düşmanlıkta zıvanadan çıktın, beyin ölümün gerçekleşti, yürüyen ölüsün.”
Trafik yasası, umumi asayiş, çevreye rahatsızlık falan takmadan ve güvenlik sektöründen hiçbir engelle karşılaşmaksızın uzun araç konvoyuyla korna çalarak şehri dolaşanların merkezi yönetime ve yerel idareye tepki gösterdiğine ilişkin bir belirti olmadığı için köpekleri protesto ettikleri belliydi. Tabii ki köpekler vekaleten protesto ediliyor, asıl tepki gösterdikleri doğa ve hayvan dostu insanlar, onların dernekleri, vakıfları, platformları, fıtrata riayetle doğaya ve hayvanlara dost uygar hayat tarzı. Yani medeni ve insani evren ile vahşi ve insanlık dışı karanlık âlemin karşılaşmalarından bir tanesi daha bu vaka.
Düğmeye basıldığında trolleri ve gerçek kişileriyle muhafazakar kavim sosyal medyada bir kez daha tüm köpeklere soykırım naraları atmaya başladı. Yayınlanan mesajlardaki iğrençlik seviyesini herkes biliyor, tekrarlayıp kirliliği artırmamak gerek.
Bu vakayı kaçırılmayacak fırsat gören “İslamî” sıfatlı dernek ve vakıflar köpeklere karşı bir eylem, cihat, mücadele planlayıp sokağa taştı. Bu patolojinin, Avrupa güvenlik sisteminin kurucu aktörü olmaktan falan bahseden iktidardan destek görmesini şaşkınlıkla izliyoruz elbette. İtalya Başbakanı Meloni “Avrupa uygarlığına inanıyorum” noktasını koymuşken hem de.
Memleketin her köşesinden kadın cinayetleri, çocuklara tecavüz ve cinayetler, Alevilere nefretle galiz hakaretler fışkırırken yaprak kımıldamıyor da Karatay vakasında henüz ne olduğu bile bilinmiyorken idare, İçişleri Bakanı seviyesinde manifesto haykırıyor ve Allah’ın masum ve mazlum yaratılmışlarını, köpekleri hedefe koyuyorsa karanlık tünelden çıkmayı umduğumuz sırada daha da zifiri katmanlara sürüklendiğimize ikna olmalıyız.
Cebir ve şiddet kullanılarak toplanan, ıssız arazilere aç susuz atılan, sürekli korkutulan, itilen kakılan, bir lokma yemeğin çok görüldüğü köpeklerin bütün bunlara rağmen son beş yılda sebep olduğu varsayılan ölümlü vaka sayısı azami 30. doğrudan saldırıyla yaşanan ölüm kayıtları bu rakamın içinde. Buna karşılık son beş yılda 2 bin kadın, köpeklerin karşılaştığı muamelenin zerresine muhatap olmayan katiller tarafından öldürüldü. Devletin koruması altındayken öldürülenler de var aralarında. Hem de katiller bu cinayetleri alenen duyurarak göstere göstere işlediler. Tecavüze uğrayan çocuk sayısı 500’ün üzerinde. Bu çocukların p’i öldürüldü. Ayrıca taammüden öldürülen çocuk sayısı 600’den fazla. Yani toplumsal hayat büyük bir çöküş yaşıyor, ama bu olayların hiçbirinin ardından İçişleri Bakanını kameralar karşısına geçip manifesto ilan ederken görmedik, köpek düşmanlığında azgınlaşmış kişiler ve kuruluşlar şu vahim tabloya tek kelime etmedi, gösteriler, protestolar düzenlemedi, basit bir basın açıklaması bile yayınlamadı.
Evsiz köpeklerin bakımı, gözetimi, beslenmesi ve barınmasıyla ilgili görevlerini yapmayan yerel idareye çıt çıkaramayan ahlaktan irtidat etmiş örgütlü ve organize dinselliğin mürailiği tariflere sığmaz. Canlı hayata karşı sorumluluğu ve yükümlülüğünü yerine getirmeyen kendisiyken ve kendini suçlaması gerekirken köpekleri hedefe koyan arsızlık onlarınki. Gökler ve yer, canlı hayatın sorumluluğu emanetini üstlenmekten çekindiği halde cahilce öne atılıp yükümlülüğü kabul eden (Ahzab 72), fakat görevini yerine getirmeyip sorumluluğunu üstlendiği hayvanları suçlayan arsızlık yani.
Bizim açımızdan hiçbir can istatistik konusundan ibaret değildir. Etnik kökeni, dini, inancı, inançsızlığı ne olursa olsun bir masumun bile zarar görmesi tüm insanlığın zarar görmesi gibidir çünkü. (Maide 32).
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Burada dikkat çekilmesi gereken mesele, böyle vakaları köpeklere soykırım için tepe tepe kullanan vicdansızlık, insafsızlık, merhametsizlik, gözü dönmüşlük; her fırsatta aidiyet teşhir edilen dinin imanın bu konuda söylediklerine rağmen dinden imandan nasibi olmama hali.
Konya’daki olayla ilgili soruşturma başlatılmış. İddialar muhtelif; küçük kızın sadece belden aşağısında giysi bulunmaması, bacaklarda ısırık değil morluklar olması, 10 köpek saldırdığı söylenmesine rağmen ön otopsi raporuna göre boyun ve omuz bölgesinde ve başka birkaç yerde ısırık izi bulunması, bu izlerin nasıl ölüme yol açabildiği, çocuğu evinden epeyce uzakta tek başına gösteren güvenlik kamera kayıtları, ailenin cenazeyi alıp apar topar Suriye’ye gitmesi ve başka detaylar mutlaka değerlendiriliyordur ve umarız adliye popülist nefreti umursamadan gerçeği açıklar.
Şüphelerin listesi uzun, ama somut ve gerçek olan tek şey, zıvanadan çıkmış köpek düşmanlığı. Köpeklere düşmanlığın, kolektif şuuru iptal seviyesine sıçradığı The Walking Dead platosu Türkiye.
Aileye atanmış avukatın, çocuğun ölümüne köpeklerin yol açtığı ısrarına ve bunun dışında şeyleri gündeme getirenlere tepki göstermesine bakılırsa dosya “başıboş köpek saldırısı” başlığıyla ‘cold case’ arşivine kaldırılacak demektir. Avukat, mahallede olayı araştıranları “mahalleliyi kışkırtanlar” diyerek kriminalleştiriyor ve haklarında suç duyurusunda bulunacağını söylüyor. Gerçeği araştırmaya niye bu kadar tepkili acaba. Araştırma yapanlar mahalleliyi kime karşı kışkırtacak ayrıca. Diyelim ki anayasal haklarını kullanıp ahaliyi yerel yönetimin ihmaline tepki göstermeye teşvik ediyorlar, avukat bunu niye dert edip de suç duyurusunda bulunuyor?
Gerçeği araştırmanın tamamen değersizleştiği zor zamanlar bunlar. İlan edilen resmî doğruya göre konumlanmanın suç ve ödül konusu olduğu zamanlar.
Bu yazıda meselenin adli ve kriminal tarafına değil de köpeklere yönelik şuursuz nefreti besleyen kültürel ve dinsel altyapıya dair birkaç şey söyleyeceğim. Çünkü örgütlü azgınlık, başka hesaplar gördüğü bariz belli köpek düşmanı kampanyasında usulen ve ahaliye suret-i haktan görünmek için Peygamber’in köpekleri öldürmeyi emrettiği yalanını, iftirasını ve uydurma rivayetleri ortaya atıyor.
Bunun doğru olmadığını gösterip kanıtlamanın onlara fayda sağlamayacağını çok iyi biliyorum. Çünkü dezenformasyona dayalı algı faaliyeti ve kampanyalarının belli bir ajandası var ve İslam bu ajanda içinde basit bir araç. Tabir caizse Peygamber olsaydı ve öyle şeyler söylemediğini ikaz etseydi de işe yaramazdı.
Ajandanın ne olabileceğine ilişkin tahminlerimiz olabilir. Köpek nefreti aracılığıyla iktidarı diken üstünde tutma ve radikal tarafa itme, otoriterliği tahkim, gerilimin istimini koruyarak muhalif sözlerin söylenmesini ve işitilmesini engelleme, öfke ve nefreti tabana yayarak siyasi kutuplaşmayı sosyolojik çatışmaya dönüştürme vs. gibi. Ama bu seçenekler ne yazık ki muhafazakâr iktidardan aşağı doğru da geçerli. En hafif değerlendirmeyle iktidar, doğa ve hayvan dostu seküler kesimden oy alamadığı için ona oy veren radikallerin hayvan nefretine göz yumuyor, hatta destek sayılabilecek işler yapıyor.
Müslümanlığın ayırt edici vasfı, kendi kendine propaganda. Meşhur “Türkün Türke propagandası” sözü aynıyla Müslümanlık için de geçerli. Kapalı devre kof böbürlenmelerle vakit geçiren ümmet. Dillerinden düşürmedikleri en klişe örnekte bir fahişenin sırf susamış köpeğe su verdiği için cennete gittiği edebiyatı var.
Buhari’deki Ebu Hureyre rivayeti şöyle: “Bir fahişe kadın, susuzluktan dili dışarı çıkmış bir köpeğin bir kuyunun başında olduğunu gördü. Neredeyse susuzluktan ölecek gibiydi. Kadın hemen ayakkabısını çıkardı, başörtüsüyle bağladı ve kuyudan su çekerek köpeğe içirdi. Bu iyiliğinden dolayı Allah onu affetti.” (Buhari 3321, Müslim 2245).
Bu hikaye cami minberlerinde, sohbet halkalarında, vaazlarda mutlaka anlatılır. Ama fiiliyatta köpeklere değil su vermek, canlarını almak için cihat çığlıklarıyla sokaklarda nümayişler düzenlerler, medyatik kampanyalar yaparlar, gördükleri her köpeği tekmeler, kovalar, üzerine araç sürüp ezmeye çalışırlar. Yollarda sıkça rastlanan kedi naaşları, onların yola atladığını gördüğü halde hız kesmeyen, frene basmayan seri katil psikolojili insan türünün olağan vahşetinin geride bıraktığı izler.
Konya’da barınmayla en küçük alakası olmayan toplama kampında kıskıvrak bağlanmış zavallı bir köpeği canavarca duygularla başına kürekle vurarak öldüren soğukkanlı katili savunmuş bir ümmet bu. Bu vahşi muamelenin tüm köpeklere yapılmasını istiyorlar.
Doğayı kolonize ediyor ve işlerini gördürmek için kullanacakları hayvanları köleleştiriyorlar. Kolonizasyon ister istemez yaşama müdahaleyi gerektiriyor. Bitki türlerini değiştirerek kullanılır hale getirdi insan. Keza hayvanları da. Onların doğal halinin korunmasıyla kolonizasyon gerçekleşmez çünkü. İnsan sadece insanları köleleştirmedi. Ehlileştirme adı altında hayvanları da hatta bitkileri de kolonize etti. Kolonizasyonu savunurken tasavvufa bile rol vermiş bir bakış açısı muhafazakarınki. Anadoluya gelen tasavvuf erbabı için “kolonizatör dervişler” deniyor mesela.
Müslümanlar hacda sineği dahi öldürmenin haram olduğunu anlatır kabara kabara, ama gündelik hayatlarında kötülüklerinden hiçbir canlı güvende değildir.
Allah’ın köpek ümmetine düşman azgın azınlık, köpekleri kendisi gibi sanıyor, kendileri gibi kötülük planlayan varlıklar zannediyor onları. Bu sebeple “köpek terörü” sloganında cehaletten ziyade kendi kötücül zihin dünyasıyla eşitleme niyeti daha baskın.
Aksine, hayvanlar yaratıldıkları fıtrata, doğaya uygun davranır. O yüzden Kur’an’da kötü sıfatlarla anılan tek canlı türü insandır: “Hırslı ve açgözlü” (Mearic 19), “yalancı ve nankör” (A’raf 179), müstağni ve asi (Alak 6-7), “eli genişlediğinde rabbim verdi, daraldığında rabbim ihanet etti diyen” (Fecr 15-16), “aklı kullanmadan körü körüne ataları taklit eden” (Bakara 170), “Allah hakkında yalan söyleyen” (Ankebut 68) ve diğerleri.
İnsan dışında hiçbir canlı türü için olumsuz sıfatlar kullanılmaz ayetlerde. Bilakis tüm hayvanlar, canlı hayat, doğa Allah’ın varlığının ve birliğinin ve hayatın mucizevi oluşunun delili olarak sürekli tekrarlanır.
İnsanın hayvanlardan ders ve ibret alması gerektiğine ilişkin örneklerle dolu Kur’an. Bu nedenle “başıboş” olan köpekler değil. Allah’ın yarattığı fıtratla bağlı onların başı. Onlar sadece evsiz. Yiyeceğini paylaşmayan merhametsizlik yüzünden aç, sığınaksız ve barınma imkanından mahrum. Başıboş olanlar, azgınlıkta zirveyi görmüş köpek düşmanları. Daha önceki tecrübeler nedeniyle meleklerin “Yeryüzünde fitne fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın (yine)?” (Bakara 30) şaşkınlık ve itirazında bahsi geçen canlı türü.
İmam Şafiî (ö. 820), şiirinde insana ilişkin hayal kırıklığını etkileyici biçimde yansıtmış:
Köpekler bizimle komşu olsaydı keşke / Gördüğümüz insanlardan hiçbirini görmeseydik keşke
Çünkü köpekler sadakatle durur bulundukları yerlerde / Fakat insanların kötülüğü sona ermez asla.
(Alusi, Tarihsiz: 9/115)
İkinci Halife Ömer b. Hattab, köpekleri toplum dışına atmak isteyenlere karşı çıkarken söylemiş: “Meseleyi bilmeyenler köpeği vahşi hayvanlardan biri zannediyor. Öyle olsaydı insanlara alışmazdı. Aksine vahşi hayvanlardan ürküyor, evleri ve yerleşim yerlerini seviyor, çöllerden ve ıssız yerlerden kaçıyor. Halı ve yastık görür görmez üstüne çıkıp oturuyor. Temiz olmayan yere asla gitmiyor.” (İbn Merzuban, Tarihsiz: 44).
Ahmed b. Hanbel’in Zühd kitabında Câfer b. Süleyman anlatıyor: Malik b. Dinar ile birlikte bir köpek gördüm. Ona “Ey Ebu Yahya, bu köpeği ne yapacaksın?” diye sordum. Şöyle cevap verdi: “Kötü arkadaştansa bu daha hayırlı.” (Demirî, 2004: 2/383).
Yine İbn Ömer (Ömer b. Hattab’ın oğlu), yanında köpek olan bir bedevi görmüş. Ona, “Yanında ne var?” diye sormuş. Bedevi, “Şükreden ve sırlarımı koruyan bir köpek.” demiş. İbn Ömer, “O zaman arkadaşını iyi koru.” diye cevap vermiş. (İbn Merzuban, Tarihsiz: 36).
Boşluğuna bu kadar darbe aldığı halde üstündeki gereksiz yükü atmaya cesaret edemeyen tutucu insanın doğadaki en üstün canlı olduğu iddiası öylesine kof ki. Oysa başını çevirip tabiata baksa ne çok şey öğrenir ve hayatını en mükemmel hale getirebilir.
Köpekleri aç bırakmak, toplumdan uzaklaştırmak ve mümkünse hepsini öldürmek isteyen histerik vahşete ve nevrotik dinselliğe 10. yüzyıl Bağdat’ından hassasiyet örneği aktarmamız işe yarar mı bilmem. Ama sultanlar tarafından tepeden inme dindarlık ve sosyal hayat mühendisliğine temel oluşturan hadis kitaplarındaki asılsız sözlerden önce hayvanlar, köpekler, canlı hayat konusunda toplumsal gerçekliği yansıtması bakımından önemli gerçek hikayeler bunlar.
Sünni hadis kitaplarını hazırlayan hadisçilerle çağdaş olan Ebubekir İbn Merzuban (ö. 921), Ebu’l-Ala İbn Yusuf el-Kadı’dan naklediyor: Yaşlı bir adam anlattı. Bir sene hac yapmış. Dedi ki: “Eşyalarımızı Yâseriyye’ye taşıdık ve açık bir alanda oturup öğle yemeğimizi yedik. Yanımızda bir köpek yatıyordu. Ona da yediğimiz şeylerden bir parça verdik. Sonra yolumuza devam ettik ve Nehvu’l-Melik’te konakladık. Sofrayı kurduğumuzda, bir de baktık ki, aynı köpek yanımızda tıpkı önceki günkü gibi duruyor. Hizmetkârlarıma dedim ki, ‘Bu köpek bizi takip etmiş, artık üzerimizde hakkı var. Ona iyi bakın.’ Sofrayı önüne serdiler ve köpek yedi. Bundan sonra her konakladığımız yerde aynı şekilde bizi takip etti. Hiç kimse malımıza ya da yüklerimize yaklaşamazdı; biri yaklaştığında köpek hemen havlıyor ve saldırıyordu. Bu yüzden Mekke’ye kadar yolculuğumuz boyunca hırsızlardan ve tehlikelerden tamamen güvende olduk.” (İbn Merzuban, Tarihsiz: 48-49).
Tarihçi, edebiyatçı ve hadisçi İbn Merzuban, köpek nefretine ilişkin hadisler uydurulduğunu gördüğü için “Köpeklerin, Kıyafet Giyen Birçok Kimseden Daha Faziletli Oluşu” adında bir kitap yazmış. Kitabının girişinde nesil değişince insanların ahlaken nasıl yozlaştığıyla ilgili çok sayıda şiir aktarıyor. Kitap boyunca da köpeklerin faziletleri ve insanlara üstünlükleri üzerine hadisler,........
© Medyascope
