Kenan Çamurcu yazdı: Filistin endüstrisi -2
“Filistin davası”nın birçok siyasi aktörün elinde bir sömürü aracına dönüştüğünü işlediği “Filistin endüstrisi” yazı dizisinin bu makalesinde Kenan Çamurcu, köktenci siyasal İslamcı örgütlerin Gazze’nin gerçeklerini kendi siyasi hedeflerine göre nasıl çarpıttıklarını anlatıyor.
2006 Ramazanının son günlerinde kalp kriziyle acilen alındığım bypass ameliyatından sonra yoğun bakımda gözümü açtığımda hemşireye ilk sorum, karşımdaki akrep-yelkovanlı saatin geceyi mi gündüzü mü gösterdiği ve hangi günde olduğumuzdu. Koordinat belirleme çabası muhtelif işlerde haritaya bakma alışkanlığımla da alakalı olabilir. Ama daha ziyade insanın sabiteleri bulma ihtiyacından kaynaklanıyor. Felsefenin tümeller meselesi yani.
Dücane’nin (Cündioğlu) Ali Nesin’le leziz matematik sohbetinde Nesin, “Güneşin sabit, gezegenlerin yörüngede döndüğünü nereden biliyoruz?” sorusuna Sabancı Üniversitesi’nden astrofizikçi arkadaşı Ali Alpar’ın cevabını aktarmıştı: “Öyle varsayarsan hesaplar çok daha kolay oluyor.”
Sabiteler elbette ki işlevseldir ama önemlidir de.
“Filistin davası” adı verilen endüstrinin bu kadar muhakemesiz, ucu açık, akışkan, değişken, kontrolsüz, ver coşkuyu halinin en önemli sebebi sabitelerinin olmaması. Endüstriden yüksek rant sağlayanların perdeleyici işlere abanması neyse de, muhakemeyi iptal etmiş, aklı tatile çıkarmış, ahlaktan firar etmiş nicesi dolaşımdaki lafları değerlendirecek tümellerden yoksun olduğu için oradan oraya savruluyor, nereye sürüklenirse oraya gidiyor, her sloganın peşine düşüyor, elindeki ve zihnindeki yalan yanlış ezber ve klişeleri kesin inançla savunmayı haysiyet ve şahsiyetine yakıştırabiliyor, farklı ve doğru bilgiyi işitmek istemiyor, farklı ve yanlış bilgiye işaret eden çabaları görmemek ve görülmesini engellemek için gürültü patırtı çıkarıyor, linç yapıyor. Bulduğu hakikati aktarmaya çalışan Peygamber’in Mekke’deki düşmanlarının, onun sözünün işitilmesini engellemek için yaptığı işler. Fussilet suresi 26. ayette tasvir edilen manzara.
Sabitesi, tümeli bulunmayan “Filistin davası”nın endüstri vasfı, Müslümanlığın ahlaki ilke olmaktan vazgeçip rakip, hasım, düşman gördüğüne nisbetle doğruyu tanımlamasından kaynaklanıyor. Nesnel, bağımsız, özü/zâtı itibariyle doğru yok o evrende. Temel ahlakî ilke olarak savaşta yapılmayacaklardan bahsedildiğinde ve buna aykırı durumlar listelendiğinde meşrulaştırıcı aparat niyetine karşısına yine ahlaktan firar etmiş rakibin davranışlarını çıkarıyor. Ölümlerin rekabetiyle kendini haklılaştıran, o haklılıkla da hiçbir dinî ve ahlakî prensibe uymak zorunda olmadığı sonucuna varan ruh hali.
Burada tartışmak istediğimiz konuyu muhakemesizlik, şuursuzluk ve derin cehalet nedeniyle idrak bile edemeyenlerin, Netanyahu hükümetinin Gazze’de yarattığı feci tabloyu konuşmak yerine bunlardan bahsetmeyi suçlama konusu yapabileceğini sanması onlar adına trajedi kuşkusuz. Tek beklentileri, sürüye katılıp politik beddualar ve lanetlerle İsrail’in düşmanlaştırılması ve bu sayede siyasette, ekonomide, sosyal hayatta vs. kendine alan açmak isteyenlerin kelle sayısı ihtiyacının karşılanması.
Hayır, Filistin endüstrisinin rantiyecileri için kullanışlı hamakatın doruklarındaki kalabalıklara katılmayacağız. Biz konuşulması gerekenleri konuşmaya devam edeceğiz.
Aktardığım bilgiler ve yaptığım değerlendirmeler, zihinleri talan edilmiş olanların duvara toslamasına sebep olsa ne mutlu. Ama olmuyordur. Çünkü o tür zihinler, söylenenlerin doğru olup olmadığı ilkesiyle itiraz etmek yerine, eldeki ezberi korumak için gardı dik tutmayı tercih ediyor. Mantıkta ad hominem prensibi var; bir başka deyişle söze itiraz edemeyince kişiyi karalama. Gerçeklerden kaçış için bulunmuş en çaresiz, en rezil, en bayağı yol. Şıhem (Nablus) doğumlu Hanbeli âlimi Yusuf el-Kermî’nin (ö. 1624) Hazret-i Ali’ye ait olduğunu teyit ettiği (Fevaidu’l-Mevdua, s. 111, madde 113) meşhur ikazdır: “لا تنظر إلى من قال وانظر إلى ما قال”, “Söyleyene değil, söylenene bakın.”
Beşerî kemalin standardı budur. Türkiye’deki Müslümanlığın elitlerinin de avamının da ışık yılı uzağında olduğu vasıf ve seviye yani. Hele de ellerine güç ve servet geçtiğinden beridir sergiledikleri fenalık performansıyla ne kadar cahil, haris, hasis, vicdansız, izansız, kötülük trafosu olduklarını her gün çıta yükselterek kanıtlıyorlar. Ne ülkenin entelektüel ve kültürel ihtiyacına yaptıkları zerre katkı var ne de insanlık birikimine saygı duyulacak bir damla faydaları. Yapabildikleri şey, saygın ve itibarlı geçmişle övünmek, buradan politik üstünlük çıkarmaya çalışmak. Sözgelimi, Harezmi’nin (ö. 847) hiçlik için sıfır takdir etmesindeki dehaya hayran olan Batılılara boş ve kof böbürlenmelerle caka satan Müslümanlar, o günden beri dünyanın bütün dahi matematikçilerini mi çıkarıyor içlerinden? Yerleşik olanı yağma ve talan, mamur ve bayındır olanı tahrip, doğaya, canlı hayata, farklı inançtaki insanlara husumet tek bildikleri yol. İsrail için besledikleri emel mesela, çorak bir çöl arazisini bugünkü Tel Aviv haline getiren yüksek çaba ve emeği talan etme planından ibaret.
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Yahudilikten nefret eden Hamas ve Kassam’ın, Gazzeliler lehine Netahyahu’ya baskı yapanlar da dahil tüm Yahudileri hedef alan gayri İslamî ve gayri insanî galiz suçlarını sorgulamak ve yargılamak yerine, aynısının İsrail ordusu ve Yahudi yerleşimcilerce Gazzelilere ve Yahuda-Samarya (Batı Şeria) Araplarına yapıldığını gerekçe kullanmaktan başka bildikleri bir şey yok.
Akılları soğuk savaş döneminin dinamiklerinde kalmış solcuları Hamasçılarla aynı yerde buluşturan da aynı sabitesizlik. Halbuki politik doğruculuğun hiç zamanı olmadığını en iyi solcuların bilmesi gerekir. Mesela “Hamas Filistin halkının temsilcisi” iddiası çatışmalı ortamda moral motivasyon amaçlı slogan olabilir, ama bilgi değeri taşımıyor; hatta hakikatin yakınından bile geçemez. İsrail’e karşı destekledikleri Hamas, Batı Şeria bir yana Gazze’nin dahi temsilcisi değil. 17 senedir Gazzelilerin irade beyanına izin vermemiş, muhalif hiçbir parti, örgüt ve sese hayat hakkı tanımamış, İhvancılığın en zorba şubesi nasıl olur da meşru temsilci ilan edilebilir?
Yahudisiz bir Arap ülkesi olarak Filistin hülyası kuran “nehirden denize (mine’nehr ile’l-bahr)” sloganı solcu FHKC’ye ait. Bu antisemitik mirası Hamas memnuniyetle devraldı. İsrail milliyetçiliğinin aşırı sağcı fraksiyonlarına ait “iki nehir arası (aram naharayim)” sloganı neyse o. FKÖ ve el-Fetih bu sloganı kullanmadı. FHKC’nin Hameneî’nin “direniş ekseni”ne kolayca katılmasını sağlayan işte bu antisemitik hassasiyettir.
Kassamcı militanlar 9 aylık bebek dahil yaşlı, kadın, silahsız insanları (aralarında Netanyahu’nun Likuduna muhalifler de var) öldürdüğü ve rehin aldığında Müslümanlığın hizip, fraksiyon ve şubeleri Aliya İzzetbegoviç’in sözünü hatırlamalıydı: “Düşman öğretmenimiz değil. Savaş ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir.”
Ahlaktan ve İslam’dan firar edince kafa farklı çalışmaya başlar. O kafaya göre Netanyahu bebek katlediyorsa Hamas da katledebilir, kaçırabilir, canlı kalkan yapabilir. Peygamber’in savaş ahlakıyla ilgili uyarılarının zerre değeri yoktur artık. Hamas taraftarlarının şu çarpılmayı coşkuyla alkışladığı fetret asrındayız. Müslümanlıklar büyük fiyasko yaşıyor.
Hamas’ın, İsrail’e Pearl Harbor benzeri baskında yaşlı, genç, çocuk demeden hem öldürüp hem de rehin almasına cevaben Netanyahu’nun Gazze’de yıkıma başlaması karşısında örgütün Katar kadrosundan dolar milyarderi Meşal gayet rahattı: “Özgürlük bedelsiz kazanılmıyor. Sovyetlerin kaybı 30 milyon, Vietnam 3,5 milyon, Cezayir 6 milyon.” Sunucunun, “Hamas sivilleri öldürür ve rehin alırken destek görmeyi nasıl beklersiniz?” sorusuna da “Kassam askerlere odaklanmış durumda. Fakat savaşlarda sivil kurbanlar da olabiliyor. Bunun sorumlusu biz değiliz,” diyordu.
Meşal, Katar’da lüks süitinde hayatını sürdürüyor. İsrailliler, 5 milyar dolar civarında serveti olduğunu iddia ediyor. İtibardan tasarruf etmediği ultra lüks hayatının içinden Gazzelilere ve Batı Şerialılara siparişi şöyle: “Kayıplarımız, insanlarımızın ölümü taktikseldir. Tüm cephelerde cihadın devam etmesini ve hayatların feda edilmesini istiyoruz.”
Savaştan önce için için devam eden isyan yangınında canına tak etmiş Gazzeli kadının haykırışı mühürlü olmayan kalplere ulaşsa keşke: “Hamas yetkililerinin çocukları lüks arabalar kullanıyor ama benim dört oğlum işsiz. İsmail Haniye ve Yahya Sinvar yüzünden Gazze’nin tamamı işsiz. Bunlar yoksul insanların ihtiyaçlarını umursamıyor.”
İhtiyaçları ve canları umursamamanın son noktası, 7 Ekim Aksa Tufanı gününde Taylandlı tarım işçilerinin de Hamas’ın hedefi olmasıydı. 30 masum işçi nihilist şiddete kurban verildi. Hata ile değil, yabancı oldukları bariz belli olan işçileri taammüden çekip vurmuşlar. Kaldıkları işçi odalarını basmışlar, arkalarından kovalamışlar. Bu cinayetin fâili Kassamcılara ve onların çeşitli ülkelerdeki koşulsuz destekçilerine sosyopat tanısı koymak isabetlidir.
Meseleyi Arap-Yahudi savaşı olarak adlandıranların güç ve parayı elde tutma hedefini anlamak fazla zeka gerektirmiyor. Taraftar tribünü de aidiyet duygusunu sarsacak örneklere hissiz. Mesela İsrail yüksek mahkemesinde Arap üye bulunduğu, 7 Ekim saldırısında İsrail’in güneyindeki Bedevi Araplardan 19’unun katledildiği gerçeğine kayıtsızlar. Hamas’ın Çerkes nüfuslu Ebu Guş’da Ahmed Kadirov camisini vurduğunu da görmediler. Yine, Kassamcıların 7 Ekim saldırısı sırasında kaçırdığı İsrail vatandaşı Müslüman Araplardan Aişe ve Bilal’in tutuklu-rehine takası sırasında serbest kaldığı da gözü kapalı Hamasçılık yapanların ilgisini çekmedi. Yani, mevzu Arap-Yahudi ihtilafı da din meselesi de değil.
Gazzelilerin büyük çoğunluğu bütün Yahudilerin........
© Medyascope
