Kenan Çamurcu yazdı: Erkeği kadına kayyım atayan mizojinik Müslümanlık – 1
Yazının başlığının özellikle Kürt algısındaki travmatik çağrışımının farkındayım. Fakat erkek nüfusun, toplumun yarısı kadınlara kayyım atandığına inanan idrakin şu kadar sayıda belediyeye kayyım atamasına şok geçirmemeyi salık verecek soğuk şakayla ortama buz kestirmeyeyim. Ama Sırrı Süreyya Önder’in, mevzuyu, hakikat hissesi epey fazla espri olarak hepimizi gülümsetecek Meclis kürsüsü aforizmalarından biri yapmasını umabilirim.
Lakin Tanrının erkekleri kadınlara kayyım atadığına inancın ciddi ve vahim bir mesele olduğunu da unutmayalım. Sahanın dışındaki seküler kadınların konunun onlarla alakalı olmadığı, kendini Müslümanlık kimliği içinde gören kadınların derdine yanması beklentisi de dolarla harcama yapmadığına göre kurun yükselmesini niye dert edineceğini soran akılla karşılaştırılabilir. Teo-politik, kimseyi dışarıda bırakmamacasına ağlarını örerken her şey herkesle ilgili.
Politik egemenliği elinde tutan dindarlık, antik Yunan’dan miras inançla Tanrıyı veya yarı Tanrı önderlerini memnun etmeye odaklandığından ahlaka bağlılığı ödev görmüyor, ötekilerin hukukunu hiçe saymakta sakınca bulmuyor, doğaya ve canlı hayata kötülük yapmamayı yükümlülük saymıyor. Bu din kültürünün net çıktısı olan Müslümanlıkların psikopatolojik halleri sürpriz değil o nedenle.
Oysa dindeki sosyal düzenlemeler (ahkam) zaten de, ibadetler bile Allah’ı memnun etmek için değil. Bilakis hepsi de bireysel olarak insanı mükemmelleştirmek ve kemale ermiş insanlardan oluşan ideal bir toplum yaratmak için. Mesela kurbanla ilgili ayetteki uyarı tam da buna yönelik: “Ne etleri ne de kanlarının Allah’ta karşılığı var. Onda karşılığı olan tek şey, sizden tezahür edecek korunup sakınmadır (takva).” (Hac 37). Allah’a inanç ile diğer Tanrı tasavvurlarını birbirinden ayıran budur. Kurban adamak diğer Tanrılar için geçerlidir; öfkesini dindirmek ve hoşnutluğunu kazanmak için; beklentileri karşılasın diye onu memnun etmek üzere. Bunların hiçbiri Allah hakkında geçerli değildir. Ama mevcut, müesses, popüler ve yaygın Müslümanlık ne yapıyorsa Allah’ı mutlu etmek için yapıyor, insanlara zarar verme pahasına.
Tüm mezhep ve meşrepleriyle gözümüzün önündeki kortejinde Müslümanlık kimliğinin İslam’ın muharref endamı olduğunu tespit edelim. O yüzden merhum Ali Şeriati’nin “İnsanın Dört Zindanı”na beşinci zindan olarak Müslümanlığı eklemeyi teklif ediyorum. Nasip olursa bu beşinci zindanı yazacağım.
Tahrifatı ifşa etmenin dikkat çekici mücadelesini rahmetli Yaşar Nuri (Öztürk) hoca verdi. Bu işin öncüsüdür. Medreseli ve akademili bir âlim olması itibariyle İslam’ı kaplamış müsilajı temizleme çabasının ihya ve tecdid geleneği içinde anlamı büyük. Dijital tedavülün her şeyin önüne geçtiği şu fenalık zamanlarında tahrifata suçüstü faaliyetinden ekmek yiyenlerin ise bu gayrette yeri yok. Bilakis şovun devam edebilmesi için parodi acaipliklerin yerinde durmasını istiyor bile olabilirler. İnançsızlık aktivizminin, çarpıtmaları ortaya çıkaran incelemelerden memnuniyetsizlik duyması gibi.
Dijital hakikat ve online popülerlik -konuyu çalışan sosyoloji doktora seyrüseferindeki kızımla sohbetler vesilesiyle- hassas ölçümle radarımda. Mesela Müslümanlığı radikalleştiren Filistin başlığına dijital tedavül perspektifiyle bakmayı denemem bu yüzden. “Pallywood” denilen Filistin endüstrisinde gösteri en mühim parti çünkü.
Netanyahu iktidarı, Kassamcıların 7 Ekim’deki Aksa Tufanı saldırısına Gazze’ye kıyamet yağdıran intikamla cevap verirken Filistin endüstrisinde sıkça rastladık görünür olma, aradan sıyrılma, onbeş dakikalığına şöhreti yakalama çabalarına. Optimum faydayı bulma mühendisliğinin örnekleri hepsi de. IBAN esaslı nitelikli çarpma kampanyalarında belli bir rasyonellik var. O nedenle işin akçeli yanı yalnızca kriminal ve kapsam dışı. Asıl üzerinde durulması gereken, nevrotik dinsellikle ilgili olanı. Microsoft CEO’suna iki çift laf etmenin küresel etkisini ve yarattığı dijital popülerliği görünce Erdoğan’ı protestodan umduğunu bulamamaktan hayıflanan kızcağızınki durumun özeti aslında.
Bu meseleleri etraflıca konuşup tartışmanın tam zamanı. “7 Ekim’de olanlar Müslüman vicdanda neden ahlakî kriz yaratamadı?“ve “Filistin endüstrisi” yazılarımda dilim döndüğünce meramımı anlatmaya çalıştım.
Filistin endüstrisi, İsrailli muhafazakar siyasetin Hannibal Protokolü dahil öfke patlaması yıkımla Gazze’yi tesviye etmesini akla takılan tüm durumları örtbas için kullanıyor.
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Buna rağmen muharref nevrotik dinselliğin teolojik ve politik tuhaflıklarını anlatmaktan vazgeçmemek lazım. İnsanlık namına önemli bu. Çünkü kendi müntesiplerini zindanda tutan Müslüman kimlik, başkalarına da hayatı zindan etmeye yeminli. Hem bu kimliğin dehlizindeki mutlak itaatkâr müritlerin kurtulması hem de diğer yaşamların güvende olabilmesi umuduyla eleştirel incelemelere odaklanmak gerek.
Bu yazıda, Allah’ın erkekleri üstün, kadınları aşağı, eksik, kusurlu yarattığına inanıp bu nedenle erkeklerin kadınlara kayyım atandığını farzeden muharref itikadı inceleyeceğim. Uydurulmuş bu prensipten çıkarılan sosyal, ekonomik, felsefi ve hukuki sonuçlar bakımından tahrifin ifşa edilmesi büyük önem taşıyor.
Yazı biraz uzun, o yüzden ikiye böldüm. Bu hafta birincisi, haftaya ikincisi yayımlanacak. Yazı uzun ama okunduğunda takdir edilecek ki inceleme boyunca boş laf edilmedi. Uçuk kaçık ve dayanaksız değerlendirmeler yok. Mümkün mertebe her şüpheye ve iddiaya bakılmaya çalışıldı. Sonuç itibariyle bir çerçeve ortaya çıkarmaya çalıştım. Konuyla ilgili kararı okuyucu kendi vicdanında verecek ve bir fikre sahip olacak.
Muhtelif Müslümanlıkların yaygın kanaati, erkeklerin kadınlara egemen olduğudur. Çünkü erkeğin kadından üstün yaratıldığına inanıyorlar. Yani Müslüman kimliğin tasavvurundaki Tanrı, varoluşsal olarak erkeği kadından üstün görüyor. Yaratılmışlardaki kusursuzluğu Allah’ın mükemmel, muhteşem, kusursuz olmasına bağlayıp kusur görmeyi itikadı sakatlayan tökezleme saydığı halde. Demek ki kadına husumet, inançtaki bu büyük çelişki ve çarpıklığı farkedemeyecek denli göz karartıcı.
Üstünlük doktrini habis bir zincirleme. İnsanı doğadaki diğer canlı türlerinden, Müslümanı diğer inanç mensuplarından, Sünniliği diğer mezheplerden, Türkü öteki etnik gruplardan vs. Batılı toplumlarda olduğuna ve burada görülmediğine şükredilip iftihar edilen beyaz tenlinin siyaha üstünlüğü inancından mülhem vintage itikat. Oysa kendi toplumunda siyah tenli yerine koyduğu o kadar çok ırk ve tür var ki. İşte o hâkimiyet faraziyesinin aile içi formu, kadına üstünlük vehmi.
Bu tuhaf, muharref, bâtıl inançta kadın aleyhindeki ayrımcılık dinin temel ilkesi. Bu durumda en cahil, vasıfsız, niteliksiz erkek bile en bilgili, vasıflı, nitelikli kadından üstün oluyor, onun üzerinde hakimiyeti var ve ona kayyım atandı. Erkeğin kadına üstünlüğünün veya egemen olmasının cinsiyetle ilgili olmadığını, evlilik içinde kocanın karısına karşı statüsünü tarif ettiğini söyleyerek vehameti hafifletmeye çalışan denemeler tabii ki var. Öyle bile olsa, yani kocanın karısına üstünlüğü evlilik bağıyla oluşmuş bir hukuk olsa dahi bu varsayımın felsefi temeli, yaratılışta erkeğin kadından üstün görülmesi değil mi?
Bu iddiaya temel oluşturduğunu farzettikleri bir de ayet var ellerinde. İçinde kadınlardan bahsedilen surenin (Nisa) 34. ayeti. Şöyle tercüme ediyorlar: “Erkekler, kadınlar üzerine hâkimdir. Bu, Allah’ın bazılarını (erkekleri) bazısından (kadınlardan) üstün kılması ve (erkeklerin) mallarından sarf etmeleri sebebiyledir.”
Küçük bir parantezle, neden sure adı yerine “içinde kadınlardan bahsedilen” dediğimi izah edeyim.
Peygamber zamanında sure isimleri yoktu, Halife Osman zamanında Kur’an kitaplaştırıldığında sureler belirlendi, onlara isim verildi ve Kur’an’ın tarihsel oluşumuna aykırı sure sıralaması yapıldı. Kur’an’da anlam ve bağlam bozulmasının, yani tahrifatın başlangıcı, halifeliğin tarihsel Kur’an’dan farklı bir resmi mushaf belirleyip diğerlerini yakarak imha etme icraatıdır.
Peygamber, şu anki sure isimlerini kullanmak yerine mesela “içinde inekten (bakara) bahsedilen” diyerek sureleri adlandırırdı. (İbn Hacer Askalani, 2008: 3/232). Surelere Peygamber’in isim verdiğini öne süren rivayetler de var. Mesela Aişe’nin iddiasına göre bir adam gece vakti Kur’an okuyormuş. Peygamber bunu işitince demiş ki, “Allah ona merhamet etsin, filan sureden düşürdüğüm (başka bir versiyonda “unuttuğum”) falan ayetleri hatırlattı bana.” (İbn Hazm, 1983: 1/493; Buhari 5042, Müslim 788).
Fakat bu rivayeti Osman’ın mushafını Peygamber’e onaylatmak için aktaranlar çok daha büyük bir soruna yol açtıklarının farkında değillerdi herhalde. O adam bahsi geçen ayetleri okumasaydı ve Peygamber filan sureden “düşürdüğü” veya “unuttuğu” bu ayetleri hatırlamasaydı o ayetler şu an eldeki mushafta yer almayacaktı demek ki. Yahut, acaba o dönemde kimi ayetlerin unutulması ve mushafa girmemesi dert edilecek bir şey mi değildi? Öyle olsaydı hayıflandığına ya da tedirgin olduğuna ilişkin de Peygamber’den bir şey nakledilirdi. Hangisi? Ayetlerin mushafta yeralmama ihtimali mi, böyle bir ihtimalin dert edilmemesi mi?
Bir de “yeni Medine”nin kurucu babaları Kur’an’ı kitaplaştırırken yaptıkları derlemede iki erkek şahit şartıyla ayetleri kabul edip kitaba almadı mı? (Makdisi, 1993: 184). Şahit getiremeyenin ayetleri kabul edilmemişti hani. O zaman Peygamber’e filan suredeki falan ayeti hatırlatan adamın tek şahit olarak bunu yapmasında neden problem görülmedi?
Kur’an’ın (mushafın) Allah tarafından korunduğu iddiası Peygamber’den çok sonra ortaya atılmış bir teori ve ne itikadî, ne de tarihsel temeli var. Yine ayetlerin tamamının çok kişi tarafından ezberlendiği önermesi de dayanaksız. Vahyin bedenlenmiş hali Peygamber’in bile unuttuğu ayetler mevzubahisken dinleyerek ezberlemiş olanların esamesi okunabilir mi? Ayrıca ezberleme ve kaydetmeye sanıldığı kadar önem veriliyor olsaydı ayetlerin kemik, deri parçaları, hurma yaprakları ve taş levhalar gibi malzemelere yazıldığı iddiası itibariyle Mekke’de kaydedilmiş 5 bine yakın ayetin hicret sırasında Medine’ye nasıl aktarıldığına ilişkin elde güvenilir ve ikna edici bilgi olurdu.
Kuşkusuz Mekke’deki ayetlerin akıbeti meselesi akla gelmiş ve sorunu çözmeye çalışanlar çıkmış. Dr. Nemr Abdülmun’im, Kur’an ilimleri üzerine yazdığı kitabında konuyu tartışırken farklı görüşleri aktarıyor. (Abdulmun’im, 1983: 154-155). Mesela Şıhem (Nablus) doğumlu meşhur usül âlimi İbn Kudame (ö. 1223), Medine’nin ilk Müslümanlarından ve Hazrec kabilesinden Rafi b. Malik’in, Mekke’de nazil olmuş ayetleri içeren “mushaf”ı hicret sırasında Mekke’den Medine’ye taşıdığını öne sürmüş. (İbn Kudame, 1972: 174).
Fakat İbn Kudame’nin Mekke’deki ayetlerin mushafta toplandığı iddiasının hiçbir dayanağı yok. Tamamen varsayım. Daha ziyade Mekke’deki ayetlerin kaybolmadığı ve taşımanın kolayca gerçekleştiği senaryosunu doğrulamak için ortaya atılmış bir teori. Nitekim buna itiraz edenler, ayetlerin Peygamberin vefatından seneler sonra mushafa dönüştürüldüğünü ve derleme çalışmalarında kimsenin Mekke’den getirilen mushaftan bahsetmediğini hatırlatıyor.
İlaveten, konumuzla ilgisi itibariyle, Kur’an’ı kitaplaştırma çalışmasında kadınlardan ayet alınmadığını veya herhangi bir ayete şahitliklerinin kabul edilmediğini not düşelim. Onlarca ayette kadın erkek tüm inananlara hitap geçen Kur’an’ın derlenip toparlanması gibi çok önemli bir işte kadınların katılımı ve katkısının olmaması Müslümanlık için yeterince trajik bulunmalı. Sünnilikte merkezi roldeki Aişe’nin, derlenmiş Kur’an mushafında eksiklik bulunduğu iddiasına itibar edilmemesine sitem bile not düşmedi Sünniliğin uluları. Aişe’den o görüşleri naklettiler, ama gereğini yapmadılar.
Aişe demişti ki, “Recm ayeti ve yetişkinleri emzirme ayetleri yatağımın altındaydı. Peygamber vefat ettiğinde biz onun vefatıyla meşgul olurken keçi girdi ve onu yedi.” (İbn Hazm, 2003: 12/177, İbn Mace 1944).
Aişe’nin “yetişkinleri emzirme” ile ilgili ayetler olduğu ama mevcut mushafa alınmadığı iddiası şu: Peygamber’in eşi Ümmü Seleme, Peygamber’in vefatından sonra diğer eş Aişe’ye kızmış: “Benim yanıma gelmesinden hoşlanmayacağım delikanlılar senin yanına giriyor.” Aişe cevap vermiş: “Ebu Huzeyfe’nin karısı Allah Rasülü’ne, [azatlı hizmetlisi] Salim’in yanına geldiğini, ama onun artık bir adam olduğunu ve [kocası] Ebu Huzeyfe’nin bundan hoşlanmadığını........
© Medyascope
