menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kemal Can yazdı: “Ortak gündem” zorlukları

37 1
16.03.2025

Türkiye’nin siyasi gündemindeki alışılagelmiş ayrışmanın, çözüm süreci ve seçim tartışmaları ekseninde daha da derinleştiğini vurgulayan Kemal Can’ın bu haftaki yazısının konusu, iktidar ve muhalefet blokları arasındaki kopuşu akutlaştıran ortak gündem zorlukları.

Türkiye’de siyaset gündemi her zaman parçalı oldu. Uzun süredir ortak bir gündemden bahsetmek hiç mümkün olmuyor. Sonu gelmeyen “gerçek gündem” ve “sahte gündem” tartışmaları da bu tablonun sonucu. Siyaset profesyonelleri, medya ve seçmen grupları, konuştukları ve konuşulmasını istedikleri başlıklarda sık sık ayrışıyor. İktidar ve muhalefet bloklarının gündemleri birbirine bazen yakınlaşsa bile, kopuş çok daha belirgin ve ölçüsüz. Bu durum, sanki başka ülkelerde, başka deneyimler ve önceliklerle konuşan, ilişkisiz ve birbirine kapalı farklı toplumlar yaratıyor. Bırakın görüş farklarını, aynı isimlendirmelerle aynı konuyu konuşuyor olduklarını düşünmek bile zor. Hem başka başka başlıkları asıl gündem olarak konuşuyorlar hem aynı başlığı bambaşka biçimde ele alıyorlar. Bu ayrışma, kutuplaşma engelinden veya kültürel-ideolojik barajlardan çok daha etkili. Çünkü kültürel barajları, ortak sorunlar ve bağlamlarla aşmak mümkünken, başka ülkelerde yaşar gibi ayrışan gündemler ve “tecrübeler”, düşünme sistematiğini bozarak kanaat-karar süreçlerini katılaştırıyor. Aynı sorunu bambaşka şeylermiş gibi konuşabilen veya aynı kanaatten bambaşka kararlar çıkarabilen öbekler oluşuyor. Son günlerde siyasal gündemin iki ana ekseni “süreç” ve “seçim” de, birbiriyle hızla ilişkilenmesi beklenirken giderek birbirinden çok daha uzağa sürükleniyor. Ayrıca her başlığın altında açılan tartışmalar çok farklı bağlamlara yerleştiriliyor. Elbette “süreci” bütün dış politik gelişmeler ve anayasa tartışmalarıyla, “seçimi” ise İmamoğlu’nun yürüyüşü ve iktidarın yargı eliyle siyasi dizayn çabalarıyla birlikte düşünmek gerek.

“Süreç” gündemi, özellikle Suriye sahasındaki son gelişmelerle fazlasıyla hareketlendi. HTŞ ve SDG arasındaki anlaşma, -kim nasıl tarif ederse etsin- sadece verilen fotoğraf itibarıyla bile yeni ve önemli bir durum. “Suriye’nin Öcalan çağrısına dahil olup olmadığı” meselesine, anlaşmaya verilen tepkiler üzerinden bakınca, hem gündem ayrışmasının derinleştiği görülüyor hem de yeni bir evrenin başladığı anlaşılıyor. İktidarın iç kamuoyuna “teslim oldular” diye sunduğu durum, muhalefetin sürece aşırı mesafeli sözcülerinde “ABD’nin dediği oldu” diye tarif ediliyor. Dolayısıyla iki durum da yeni bir aşamaya geçildiği iddiasında buluşuyor aslında. Diğer taraftan, Demirtaş gibi genel kamuoyu nezdinde “itibarlı” aktörler, “barış” teması üzerinden daha aktif hale gelmeye başladı. Ancak bütün bu gelişmeler, gündemi ortaklaştırmaktan ziyade pozisyonları sertleştiren etkiler üretebiliyor. Aslında kimsenin itiraz edemeyeceği “barış” kavramı bile birileri tarafından “lüzumsuz dayatma” muamelesi görebiliyor. “Barışa destek vermek”, “ben kimseyle kavga etmedim ki barışayım” gibi cevaplarla karşılanıyor. Elbette yapılıp edilenleri -ne pahasına olursa olsun- iyimser yorumlamak için, sanki otoriterler yumuşamaya mecbur bırakılmış, bırakılırmış gibi göstermek de sıkıntılı. “Sürecin” niyetini sorgulamanın -fazla sorunlu bir genellemeyle- “savaş destekçiliği” olarak etiketlenmesine de sık rastlanıyor.

Suriye tablosu ve HTŞ-SDG anlaşmasıyla ilgili tartışmalar, -“sürecin” her aşamasında görüldüğü gibi- yine “mecburiyetler” üzerine şekilleniyor. ABD’nin “asıl ikna edici olduğu” konusunda genel bir mutabakat olmakla birlikte, kimin bu hamleye mecbur kaldığı hala tartışmalı. Bilindiği gibi “sürecin” gerekçesi konusunda da, karşı tarafın mecbur kaldığı hatta başka seçeceği olmadığı iddiası en güçlü ikna argümanıydı. Bu ikna çabasının önceliği, daha çok kendi taraflarındaki muhtemel kafa karışıklığını ve dağınıklığı önlemek ya da davranışlara meşruiyet yaratmak yönünde. Kürtler, hem Türkiye’de hem Suriye’de devletin veya iktidarın bölgesel ve küresel endişelerle kendilerine müracaat etmek zorunda........

© Medyascope