menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kemal Can yazdı: Öcalan’ın çağrısı sürece “ne etti”?

51 1
02.03.2025

Bu haftaki yazısında Kemal Can, Öcalan’ın çağrısı ve yeni çözüm sürecin siyasi etkilerinin yanı sıra muğlak kalan noktalarını da ön plana çıkarıyor.

Süreç başladığında—özellikle Bahçeli’nin 22 Ekim çıkışıyla—en önemli sorulardan biri, “Öcalan’ın gerçekten böyle bir çağrı yapıp yapmayacağı” olmuştu. Bunun retorik bir davet olduğu, oyalamaya ya da gündem doldurma oyunu olabileceğini söyleyenler bile olmuştu. Bir çağrının olacağının anlaşılmasından sonra ise içeriği ve açıklamanın muhataplarınca kabul görüp görmeyeceği çok tartışıldı. Bugün itibarıyla—bu sürecin nedeni ve varacağı yer konusundaki derin yorum farklılıkları yerli yerinde durmakla birlikte—çeşitli spekülasyonlara konu olan bu soruların gayet açık cevapları artık önümüzde.

Bahçeli’nin daveti karşılık buldu. Öcalan, beklenenden bile net biçimde ve en azından görünürde bir şart ileri sürmeden PKK’nın kendini feshetmesini istedi. “Kandil”, bu karara uyacağını ve gereğini yerine getireceğini söyleyerek ateşkes ilan etti. Yüksek çıkışıyla sürecin çerçevesini, aktörlerini, hızını ve rotasını işaret eden Bahçeli’nin, sürece dahil (davet) etmediği kişi ve çevreler dahi, bu netleşme tavrına bigane kalmadı. Selahattin Demirtaş, herkesin kendine güvenmesi gerektiğini söyleyerek tam destek vereceğini yazdı. CHP, başından itibaren açık bir karşı pozisyon almadı, tabanındaki “endişe” baskısına rağmen makul bir sınırda kalmayı sürdürdü.

En başında da öyleydi ve şimdi daha çok öyle: Bu süreç, basit tanımlamalarla, kısa ve küçük taktik hesaplarla tarif edilerek geçiştirilecek; kimsenin sırtını dönüp, “bir şey olmaz” deyip kaldığı yerden devam edebileceği bir hadise değildi ve öyle ilerlemiyor. Yarattığı ve yarabileceği sonuçlar açısından herkesi yeni bir pozisyona zorlayacak etkisi dikkate alınarak; iç ve dış dinamikler açısından da geniş bir alanda belirleyici olacak şekilde kurgulandı ve yürüdü. Pilavın daha çok su kaldıracak olması, artık önümüzde daha somut biçimde duran bu gerçeği değiştirmiyor.

Sürecin en önemli ve hızlı sonuçlardan biri ise hadiseyi mevcut dengenin içinde tarifle yetinip, yüksek hamaset takviyesiyle mevcut pozisyonlarını tahkime yönelenlerin zemin kaybı oldu. Elbette her ciddi kırılmanın ve değişim ihtimalinin kalabalık itirazcıları ve endişelileri olur. Bu kesimlerin sözcüsü, duygudaşlığı hatta kışkırtılmasıyla kısa vadeli önemli siyasi faydalar temin edilebilir. Ancak böylesi reaktif pozisyonların kolaylığı ve bol gürültüsü cezbedicidir, ama çok dayanıksız ve daha önemlisi “geleceksiz” oldukları da açık. Aynı şekilde fazla ihtiyatlı ve şüpheci yaklaşımlar risklerden korunmaya hizmet edebilir ama sürece dahil olmayı da bir o kadar zorlaştırır.

Önemli gelişmeler ve ciddi kırılmalar hakkında düşünürken, işe iyimserlik-kötümserlik skalasındaki yeri tespit ederek başlamak, çok doğru bir menzile götürmüyor. En popüler gazetecilik sorusu “sizce şimdi ne olacak?” herkesi tam bu tuzağa çekiyor aslında. Bir gelişmenin, bir sürecin iyi veya kötü neticeler verme ihtimali, olup biteni sadece olasılıklar üzerinden düşünmeye yol açıyor ve her durumda bazı sonuçların doğduğu gerçeğinden bizi uzaklaştırıyor. Mesafeli ve dengeli yaklaşımı da engelliyor. Anlama çabasının yerini kendi pozisyonunu meşrulaştırma argümanlarını avlama-toplama işi alıyor.

Kötümserlerin, belki haklı gerekçelere yaslanmış ihtimallere dikkat çekerek çizdikleri resim ile iyimserlerin muhtemel imkanlar ve kolay karşı çıkılamayacak niyetleri sanki otomatik (zorunlu) sonuç gibi anlatması, benzer bulanıkları besliyor. Kötümserliğin ölçüsüz abartısı........

© Medyascope