Kemal Can yazdı: Külliye penceresinden süreç manzaraları
”Külliye penceresinden süreç manzaraları” başlıklı yazısında Kemal Can, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iktidarda kalmak için 1 Ekim ve 19 Mart süreçlerinin yönetimine dair ne tür stratejilere başvurabileceğini tartışıyor.
19 Mart sonrasında hiç bitmeyen “gerçek gündemi takip ve başka gündemlere sapmama” tartışmaları yine canlandı. CHP’nin engellenip geriletildiğini söylediği, iktidarın “yeni turplarla” ve “yaratıcı” baskı yöntemleriyle tazelemeye çalıştığı “darbe” gündemi hala en önemli başlık. Diğer tarafta ise on üç yıl aradan ve aylar süren “nazlanmanın” ardından Erdoğan’ın DEM heyetini kabulüyle tekrar canlanmış gibi görünmesi istenen “süreç” meselesi var. Elbette giderek sertleşen ekonomik sıkıntılar ve İran, İsrail başlıklarıyla Türkiye için giderek daha belirleyici hale gelecek dış politika gündemi de tırmanıyor. Her başlığın, asıl gündem olduğunu ve ısrarla takibini isteyen taraftarları var. Bu başlıkların birbirine değmeden -yok sayarak- yürümesi gerektiğini düşünenler bir tarafta, birbirine karışarak ve birlikte düşünülerek konuşulmasını savunanlar ise diğer tarafta.
Türkiye’de kalabalık bir grup, çok uzun süredir etkili gündem maddelerinin diğer -asıl- konuları konuşturmamak için tedavüle çıktığına hatta bazen yapay olduğuna inanıyor. Dile getirenler ağırlıkla muhalefet kamuoyunda olsa bile bu algıyı en güçlü biçimde teşvik edenin ve faydalanın iktidar olduğu çok açık. Özellikle iktidar medyasının abartılı gayretiyle, bütün kavramlar, dinamikler her gündem için ayrı anlam ve bağlamda kullanılıyor. Demokrasi, hukuk, adalet, barış, özgürlük, kucaklayıcılık, siyaset, umut, eşitlik, çözüm gibi pek çok anahtar kavram, ele alınan gündem başlığına bağlı olarak bambaşka hatta zıt anlamlar kazanıyor. Ortaya çıkan ilkesel hatta mantıksal tutarsızlıklara ilişkin eleştiriler isegündemler arasında -yine çok tutarsız- önem ve “kapsayıcılık” kronolojisi kurularak aşılmaya çalışılıyor.
Erdoğan, çok uzun bir süredir iktidarının devamını siyasi desteğinin artması veya buna dair çabalar üzerine kurmuyor. Zaten kutuplaştırma siyasetinin ötekilere laf anlatma diye bir meselesi olmaması gayet normal. “İktidarda kalmak” önceliğinden vazgeçmeyen siyaset tarzı, elbette kimsenin hatta memleketin herhangi bir sorununu çözmek için değil kendi sorununu idare edebilmek için güç ve enerji harcar, her şeyi böyle ölçer. Bunlar hiç şaşırtıcı değil. Ancak böyle davranmanın getirileri kadar riskleri de var ve her türlü manipülasyona hatta provokasyona rağmen iktidarın süreklileşen destek kaybı bunu açıkça gösteriyor. Buna karşılık, bizzat kendisine, iktidar biçimine ve yaptıklarına itirazın kendiliğinden ortaklaştırması gereken (beklenen) potansiyeli, ayrı gündemlere ve “çözüm” rotalarına bölme kabiliyeti hala etkili oluyor.
Her biri isim aldıkları tarihlerden daha geriye yaslanan hazırlıkların mahsulü “19 Mart süreci” ile “1 Ekim süreci” arasındaki ilişki, pek çok hesabın yanı sıra, kuşkusuz gündem bölünmesi stratejisini de içeriyordu. Başlangıçtan itibaren iç içe kurulmuş hatta -en azından başlarda- senkronize işleyen -sadık kalınması gereken- plan, farklı taraflara -birbirleriyle de didişecekleri- ayrı menüler sunuyordu. Yeniden uygulamaya konulan kayyumlar veya normalleşme de böyleydi. Çözüm veya “sonuç alma” ile hukuk düzeni, demokrasi ve siyasi alan genişlemesi gibi ihtiyaçları birbirinden ayrıştırma ve farklı çevreler için başka bağlama oturtma ise zaten defalarca “başarıyla” uygulanmıştı. Her kesimin içindeki, bildik reflekslere (ezberlere) veya sorunlu bagajlara (ajandalara) sahip -en gürültücü- çevreler, son hamleleri de böyle kabul etti, böyle pozisyon aldı ve herkesi buraya çağırdı.
CHP’de Özel ve İmamoğlu’nun, kısmen de DEM’in kendi kamuoylarından gelen baskıya ve iktidarın........
© Medyascope
