İsmail Fatih Ceylan yazdı: Muhafazakârların iktidar yürüyüşü nasıl başladı?
Necla’nın etrafında hiç örtülü insan yoktu. Ancak birkaç yaşlı vardı örtünen. Babası ise ısrarla “Örtün” diye tembihliyordu. O yüzden babasının gördüğü yerde örtündü, görmediği yerde açıldı. Evlendiğinde, încecik naylon örtüler takmaya başladı. Saç arkadan ve önden görünüyordu.
İki yıl sonra eşi Hasan Aksay, Adalet Partisi’nden milletvekili oldu. Necla 22 yaşındaydı. Ankara’daki çevresi:
“Yazın çorap giyilir mi?”
“Gençsin, örtünülür mü?”
“Eşin istiyorsa sen onu kendine uydur!” gibi sözler ediyordu ve Necla onlardan etkileniyordu.
Bir gün babası geldiğinde, kapıcıya açık çıktığında babası kızdı.
“Kızım, bekârken yaptın ama artık evlisin, sana hakkımı helâl etmem!” dedi. Babasının sözü içine oturdu. Toparlanmaya çalıştı. Şule Yüksel Şenler’in gazete yazılarını okuyordu.
Hasan Aksay bir gün, “Şule Hanım, Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde konferans verecekmiş, gitmek ister misin!” dedi.
“Giderim!” dedi Necla. “Çocuğa bakar mısın?”
“Bakarım.”
Bir milletvekili hanımı arkadaşı İlhan Hanım’la konferansa gittiler. Şule Yüksel’i dinledikçe gözlerinden yaşlar akıyordu ikisinin de. Mehmet Zâhid Kotku’nun kızı Muhterem Hanım da vardı.
Namaz arası verilince Necla Aksay, Şule Yüksel ile görüştü, tebrik etti. Durumundan bahsetti. O günkü konferans herkesi çok etkilemişti. Tanıdığı arkadaşlarının çoğu o konferansla örtündü.
Necla arkadaşıyla eve geldiğinde hacca gitmeye karar verdiler. “Artık kimse bize başını aç falan diyemez!” diyorlardı. Türkiye’nin ilk genç hacısı onlar oldu.
Necla’nın dinleyip etkilendiği konferans bir fakültede yapıldığı için Türkiye’de âdeta yer yerinden oynadı.
O gün Ankara Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesi tarihî bir gün yaşadı. Konferans salonu, diğer salonlar, koridorlar, dışarısı muazzam kalabalıktı.
Oysa konferanstan önce Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın kendisine dava açtığı haberini almıştı Şule Yüksel. Papa’nın ziyaretini konu ettiği “Ağlayın Müslümanlar” yazısıydı dava konusu olan. Cumhurbaşkanına hakaretten yargı süreci başlamıştı. Ama hakkında açılan davayı bile neredeyse unutmuş, fakültede herkesi etkileyen bir konferans vermişti.
Ancak konferansın sonrasında büyük tartışmalar birbirini takip etmeye başladı. Gazeteler, köşe yazarları, kimi örgütler ayağa kalkmıştı.
Sosyalist Fikir Kulübü Başkanı R. Ertan Çelikkol, Şule Yüksel’e konferans verilmesini eleştiriyordu.
“Konferans salonu hiçbir toplumcu düşünceye açık tutulmaz. Ama konferans salonu yine de her hafta bazı kişilere açıktır. Örneğin; ‘İslâm’da Kadının Yeri ve Mükellefiyeti’ konulu konferanslar veren çarşafçı Şule Yüksel Şenler’e açıktır…”
Fâlih Rıfkı Atay da çok sert bir yazı yazdı.
“Atatürk, Dil-Tarih adı altında o fakülteyi ne umutlarla kurdu idi. Atatürkçülüğün dayanağı olacaktı o fakülte! Rahmetli liderin hâtırası ile alay eder gibi medreseye çevrilmiştir. Bahanesi de komünistlikle, sol akımla savaş! Böyle sağcılık, solun ekmeğine yağ sürer. Sağ akıma katılan aydınlar, aydınlar arasında ancak ahmak olanlardır. 20’nci asırda 7’nci asır yürümez. 20’nci asırda kaba ve kara ve kalın milliyetçilik gitmez.
Bir konferans salonunun kürsüsünü Şule’ye, Kısakürek’e düşürmek! Olur şey değil… 29 Ekim devrimciliğinin nerede ise 45’inci yılında, Başkent’de bir üniversite fakültesinin “Osmanlı Medresesi”ne soysuzlaştığını görmek!”
Falih Rıfkı, yazısının bir yerinde akıl hastası diyordu Şule Yüksel için.
Çetin Altan, Falih Rıfkı, İlhan Selçuk, Nizamettin Tepedelenlioğlu gibi yazarlar, Şule Yüksel Şenler’in fakültede konferans vermesine müthiş öfkelenmişlerdi.
Şule Yüksel Şenler ve Necip Fazıl Kısakürek konferanslarıyla hedefte olan iki isimdi.
Ankara Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesi’ndeki konferanstan rahatsız olanlar sadece birtakım yazarlar, karşıt fikirliler değildi. Başkent’de bir fakültede gerçekleşen bu konferans hadisesinden devletin zirvesi de rahatsızlık duyuyordu. Konferansa yalnızca çeşitli meslek grupları ve ev hanımları değil bu defa bürokratların, bakanların, milletvekillerinin hanımlarından ve üniversite talebesi genç kızlardan katılım olmuştu ve konferanstan gözyaşları arasında ayrılmışlardı.
Bu durumun hemen akabinde, bayram mesajı yayınlayan Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, mesajında açık açık duyduğu rahatsızlığını ve kızgınlığını ifade ediyordu:
“Son zamanlarda bir kısım erkek ve kadın vatandaşlarımızın kılık kıyafetlerinde görülen değişiklikler dikkati çekmekte ve söz konusu edilmektedir. Bu değişiklikleri bertaraf etmek ve önlemek için geleneklerimiz ve dinimizin esaslarını anlamak ve anayasamızın teminatı altında bulunan bu konuya ait devrim kanunlarını gözetmek zorundayız. Bu hususlarla ilgili olarak belirtmek isterim ki kadınların başlarının açıklığı veya elbiselerinin kısalığı yahut uzunluğu ile din arasında bir bağlantı kurulamaz. Kadının iffetini ve namusunu kıyafetinde değil onun şeref ve haysiyet duygularında aramak gerekir.
Bu sebeple bazı yerlerde, kız ve kadınlarımızın başlarını örtmeleri ve uzun elbise giymeleri için yapılan münasebetsiz teşebbüsleri yersiz ve mesnetsiz bulurum.
Ankara sokaklarında kapalı kapalı kadın ve kızlara rastlamaktayım. Bunların öncüleri mutlaka cezalarını göreceklerdir. Aslında Kur’ân’da, dinimizde örtünmek ve açılmakla ilgili bir mevzû yoktur.”
Bu mesaj Şule Yüksel’i rahatsız etti. Zira cezalandırılması gereken öncü oydu. Fakat rahatsızlığı sadece kendisinin tehdit edilmesinden değil kendi şahsında kapalı kadınlara hakaret etmiş olmasındandı. Fakat hemen bir cevap vermeyip bekledi. Hemen herkes aralarında bu konuyu konuşuyordu. Herkes bu mesajı konuşup tartıştığı halde hiçbir yazar bu konuda kalem oynatamıyordu.
“Cumhurbaşkanı’na Açık Mektup” başlığıyla 9 gün süren bir yazı kaleme aldı.
Bu yazı yayınlanırken evine kadar gelen milletvekilleri ve avukatları onu uyarıyor, bu yazıyı bitirmesini, sonucun çok kötü olacağını söylüyorlardı.
Şule’nin Ankara’daki fakülte konferansı, Türkiye’de bazı gelişmeleri de tetikledi. Ankara Dil-Tarih-Coğrafya........





















Toi Staff
Gideon Levy
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein