Burak Cop yazdı: “Yalnız ve güzel” bir demokratikleşme çabası
İki asırlık Osmanlı-Türk demokratikleşme tarihinde dış faktörlerin rolü büyüktür. 19. yüzyıldaki Tanzimat ve Islahat reformculuğunun ardında Avrupalı güçlerin Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışmasına engel olma, Avrupalı devletler “ailesi”ne eşit bir üye olarak katılma arzusu vardır.
İlk anayasamız Kanun-ı Esasi tam da Osmanlı Devleti’nin, egemenliği altındaki Bulgar halkının isyanını kanlı bir biçimde bastırmasının Rusya’nın saldırgan emellerini tahrik etmesi üzerine, İstanbul’da toplanan uluslararası konferans sırasında ilan edilmiştir. Anayasanın ilanıyla Avrupa devletlerine şu mesaj verilmiştir: “Bakın artık bizde de anayasa var, tüm Osmanlı uyrukları artık eşittir, dolayısıyla içişlerimize karışmanız için bir bahane kalmamıştır.”
Bizde meşruti yönetime geçilmesini sağlayan 1908 devrimi, bizimle benzer ekonomik, toplumsal ve siyasal koşullara sahip olan Rusya’da (1905) ve İran’da (1906) olan devrimlerin benzeridir. Cumhuriyet’in kurulup pekişmesinde ise dışsal koşullar, Sovyetlerin desteğini saymazsak, pek elverişli değildir. Cumhuriyet devrimi Batı-dışı dünyada (bizim açımızdan hayırlı) bir anomalidir.
Avrupa’nın dört bir yanında askeri diktatörlük veya faşizan rejimlerin yükseldiği 1930’lar konjonktüründe ise Türkiye açısından en ufak bir demokratikleştirici dışsal etkiden söz edilemez. 2. Dünya Savaşı sonrası çok partili hayata geçiş ise çok kuvvetli biçimde dış faktörlere (Batı etkisine) bağlıdır.
27 Mayıs’tan sonra Türkiye’nin daha demokratik bir ülke olmasında da küresel ekonomi politiğin rolü vardır. Planlı kapitalizm ve ithal ikameci sanayileşme politikası genel olarak Batı’nın da Türkiye için uygun gördüğü reçetedir, bu yeni düzen örgütlü bir işçi sınıfını ve refahın artmasını gerektirir, Soğuk Savaş’ta da yumuşama olmasının etkisiyle Türkiye’de sol kendine 1950’lerle kıyaslanamayacak ölçüde hayat hakkı bulur.
1973 küresel ekonomik bunalımı ve neoliberal politikalar sonucu iç talebi kısma gerekliliği, emek-sermaye arasındaki dengenin sermaye lehine bozulmasına karar verilmesiyle Türkiye’de 1980’de, pek çok Latin Amerika ülkesindekine benzer bir askeri rejim ihtiyacı hasıl olur.
1990’lar ise liberal demokrasilerin zafer yıllarıdır. AB genişlemekte, eski sosyalist Doğu Avrupa ülkeleri liberalleşmekte, Türkiye de zar zor da olsa 1999’da AB adayı statüsü elde ederek siyasal sisteminden 12 Eylül eseri anti-demokratik unsurları kısmen ayıklamaktadır.
Ancak 2000’li yıllarda dünyada, S. Huntington’ın 1991’de adını “Üçüncü Demokratikleşme Dalgası” koyduğu evre duraklamaya girmiş, iktisadi küreselleşme Üçüncü Dünya ülkelerindeki emekçi sınıfların refahını kısmen arttırırken gelişmiş ülkelerdeki halk yığınları görece........
© Medyascope
