Burak Cop yazdı: Kalkmayan misafiri eve yerleştirmek
Fransa ve İtalya’da kadınlara oy hakkı tanınmasının neden Türkiye’den sonra olduğunu bilir misiniz? Bu sorunun tek bir yanıtı yok ama önemli sebeplerinden birini şaşırtıcı bulacaksınız. 20. yüzyılın ilk yarısında bu iki ülkede de kadınların çoğu eğitimsiz ve çalışma hayatının dışındadır. Erkeklere göre genelde daha dindar ve Kilise’nin etkisi altındadırlar. Bu da onları siyaseten muhafazakarlığa yöneltmektedir. Kadınların oy hakkı, sağ partilerin iktidarı demektir. Fransız solu bu sebepten ötürü kadınların oy hakkına karşı çıkar. İtalyan Komünistleri ise isteksizce destek verir, ancak 1946 ve 1948 seçimlerini kaybetmelerini kadınların muhafazakarlara oy vermesine bağlarlar.
Bugünün ilericilerindeki hâkim eğilimler düşünüldüğünde ne kadar dehşet verici mülahazalar, değil mi? Kimi ülkelerde örgütlü kadın hareketi militan bir mücadele verip bedeller ödeyerek bu hakkın elde edilmesinde başlıca rolü oynamıştır. Sağ ve sol arasındaki temel ayrımlardan birini “kurumsal din”in sosyal yaşamdaki yeri üzerine farklı görüşlerin oluşturduğu ülkelerde ise solcular soyut bir hak ve yüzeysel bir eşitlik anlayışıyla değil, siyasetin acımasız gerçekliklerini dikkate alarak pozisyon alır. Burada acımasız sözcüğünü gaddarlık, zorbalık anlamında değil, netlik ve gerçekçilik anlamında kullanıyorum.
Şimdi bambaşka bir tarihsel kesitte yaşıyoruz ve Avrupa solu, göçmenler başta olmak üzere kimi azınlık kimlikleri mensuplarının haklarının savunulmasına “politik doğrucu” bir perspektifle öncelik vermenin bedelini işçi sınıfını aşırı sağa kaybederek ödüyor. Politik doğruculuk belası ve “aman bize ırkçı, milliyetçi, şu, bu demesinler” kaygısını Türkiye’deki ilerici/demokrat çevrelerde sığınmacılar konusunda görüyoruz. Halkın canını yakan veya endişelendiren bu konuya siyasi yelpazenin solunda yer alanların yeterince duyarlılık göstermemesi de milliyetçi demagoglara ve Avrupa-tipi aşırı sağın ülkemizdeki muadillerine alan açıyor.
Tabii mesele sığınmacılardan, Suriyelilerden ibaret değil. Çerçevelemeyi nasıl yaptığınız aslında neyi söylediğiniz kadar önemli. Türkiye’yi siyasal İslamcı bir iktidar yönetiyor ve yıllardır verdikleri pek çok işaret, ümmetçi bir nüfus mühendisliği projesi güttüklerine dair güçlü bir şüphe uyandırıyor. Olan bitenin adını böyle koymak yahut koymamak ise politik bir tercih.
Naçizane fikrim; Suriyeliler, gayrimenkul karşılığı vatandaşlık satışı, Kanal İstanbul gibi; ilk bakışta birbirinden bağımsız görünen meseleleri birbirine bağlayan görünmez ipin adını “göç ve vatandaşlık politikaları yoluyla ulusal kimliği dönüştürme stratejisi” koymak gerekiyor. Halihazırdaki “Öcalan süreci”nin iktidarın istediği doğrultuda nihayete erip anayasanın temel maddelerinde yurttaşlık tanımının “Türk-Kürt-İslam........
© Medyascope
