menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Doktoru korumak hayatı korumak

12 0
thursday

Tanrı, insanların sağlıklarını kaybedercesine çalışıp sonra da o kaybettikleri sağlıklarını geri almaya uğraşmalarına hep şaşarmış…”

Sağlık ve ölüm meselesi, insanlığın bütün düşünce tarihini belirleyen en temel sorulardan biri olmuştur. İnsan öleceğini bilen tek canlıdır ve bu bilgi hem onu korkutmuş hem de sürekli “ölümü erteleme yolları” aramaya yöneltmiştir.

Gılgamış Destanı, ölümsüzlüğü arayan bir kralın hikâyesi üzerinden insanın bu kadim kaygısını anlatır. Ölümsüzlük otunun yılan tarafından kapılması da semboliktir, Doğa kendi döngüsünde devam ederken insan ölümlülüğe mahkûm olur.

Eski çağlarda şifa doğadan bekleniyordu: bitkiler, otlar, şifalı sular…

Dinlerin etkili olduğu dönemlerde hastalık çoğu zaman “ilahi ceza” veya “imtihan” olarak görüldü.

İnsanlar teselliyi Tanrı’da ve onun temsilcisi sayılan din adamlarında aradı. İslam’da hasta için “Allah şifa versin” denir; çünkü inanca göre Allah izin vermediği takdirde kişi sıhhat bulamaz.

Ama 14. yüzyıldaki “Kara Veba” ve 1918’deki “İspanyol Gribi”, bu inancın sınırlarını gösterdi. Dualar yetmedi; çünkü hastalığın nedeni mikroplardı. O andan itibaren insanlık, “Yaşatan şey bilim midir, din midir?” sorusunu daha güçlü biçimde sormaya başladı.

Modern tıp, aslında “ölümsüzlüğü vermek” değil, “ölümü ertelemek” üzerine kurulmuş bir çabadır. Antik çağlarda ortalama ömür 30–35 yılken bugün gelişmiş ülkelerde 80–85 yıla çıkmış olması, insanlığın ölümsüzlük arzusunu kısmen gerçekleştirmesi gibi okunabilir.

Ama felsefi bir soru var: İnsan gerçekten ölümsüzlüğü ister miydi? Sonsuza kadar yaşamak,........

© Medya Günlüğü