Yağmur damlası üzerine
Yağmur cama vurdukça içimde bir huzur uyanır. Gökyüzü ağlar, ben sessizce dinlerim. Dünya bulanık bir tabloya dönüşürken, damlaların izini sürmek yetip de artar.
Yağmur, gökten düşerken görünmez bir çağrıya cevap verir. Rüzgârla savrulur, sonunda toprağa kavuşur. Her damla bir iz bırakır; kimi bir çiçeği diriltir, kimi bir dereyi besler. Biz de onun gibi, bilinmez bir kaynaktan kopar, hayatın rüzgârlarında savruluruz.
Cama düşen tek bir damla bile unutulmuş anıları uyandırabilir: Bir elin sıcaklığı, yazdan kalma bir öğle, bir ismin yankısı. Çünkü damla sadece düşmek değil, akışın ta kendisidir. Düşerken hem özgürdür hem mahkûm; kaygının küçük ama yoğun sembolüdür. Nereye varacağını bilemez, bazen de hiçbir yere varmaz.
Damla doğa yasalarının itaatkâr çocuğudur. Buluttan kopar, toprağa karışır, buharlaşır ve yeniden göğe döner. Aynı damla iki kez düşmez; bu yüzden her düşüş varlığın geçiciliğine dair bir işarettir. Her damla farklıdır: saray camında bıraktığı iz başka, bir gecekondu damındaki sesi başkadır.
Yağmur damlası insanlık tarihi kadar eskidir. Mezopotamya’da, Fırat ve Dicle’nin sularıyla birlikte düşen her damla bereketin ve yaşamın simgesiydi; tarımı ve uygarlığın doğuşunu şekillendirdi. Hint kültüründe damla, kozmik döngülerin ve reenkarnasyonun bir sembolü olarak görülür. Ganj Nehri’ne düşen her damla, ruhun arınmasına katkıda bulunur; evrensel akışın bir parçası hâline gelir. Orta Doğu’da yağmur damlası hem yaşam hem tarih taşır; kurak topraklarda düşen bir damla hem umut hem hayatta........
© Medya Günlüğü
