Patatesin kuzeni gölevez
“Daha önceden tanışmadığım yiyeceklerle tanışıyorum burada. Mesela şu kök bitkiler…” diyordum Amerika’ya yeni göçmüş bir arkadaşıma markette.
Ancak “Bunlar ne?” diye sorduğunda şaşaladım çünkü yan yana yığılmış üç dört çeşit yumrunun hiçbirini bilemedim. Adlarındaki ortak kelime olan “Malanga”yı duymamıştım bile. Mecburen bir örnek satın alıp Google’ladım. Böyle tanıştım patatesin kuzeni “taro” ile.
Meğerse bizim Alanya, Mersin tarafı iyi bilirmiş bunu. En çok da Kıbrıslılar bilirmiş. Bense yaban ellerin nadir şeylerinden biri sanmıştım. Oysa o kadar avammış ki dünyanın dört bucağında bilinirmiş. Cehalet başa bela.
Latince adı “Colocasia esculenta” olan bu bitki birkaç sene yaşarmış. Bir karıştan büyük yapraklarının üstü koyu altı açık yeşilmiş. Yapraklarının üçgenimsi şekli ve büyüklüğü yüzünden göbek adı “filkulağı” imiş.
Kolokasi, saplarıyla birlikte yerden bir metre kadar yükselebilen tropikal ve subtropikal bölgelerinin bitkisi. Ekvator’a çok uzak olmayan sıcak ve sulak ülkelerin hepsinde bolca yetişiyor. Suya ihtiyacı çok. Pirinç gibi su basmış arazilerde yetiştiriliyor.
Tarımı yapılan en eski bitkilerden biri. O kadar eski ki 20 bin yıl öncesinde de yaşadığı anlaşılmış. Tarıma girdiğinden beri de üretimi giderek artmış. Bir hektardan 7 ton ürün alınabiliyor. Yılda 20 milyon ton üretiliyor dünyada. Nijerya tek başına bunun yarısını üretirken, Etyopya, Gana ve Çin de epeyce üretiyor.
Ünlü kâşif Kaptan Cook, Yeni Zelanda yerlileri Maori’lerden görüp öğrenmiş ve İngilizceye “taro” adıyla hediye etmiş bu bitkiyi. Polinez halkı arasında taro ya da talo diye anılırken dünyanın başka yerlerinde dalo da olmuş galo da, talos, tales veya dalos da. Kimin kulağı nasıl duyuyor, dili nasıl dönüyorsa.
Eski Yunan’da Roma imparatorluğundan beri biliniyor ve kolokasi deniyormuş, Kaptan Cook’tan çok önce. Kıbrıslılar kolakas dermiş, Araplar ise kulkas. Türkiye’nin güneyinde kulkas, golgas, gölgas derken gölevez oluvermiş. Anlaşılan İngiliz bilmeden çok önce eski dünya onu bilir severmiş.
İspanyollar ise neden bilmem “malanga” demiş. Mal, Latince’de kötü, bozuk, hasta anlamına gelen bir ön ek olduğu için anlayamadım bu güzelim bitkiyi neden böyle adlandırmışlar ama Latin marketindeki etiketin anlamını kavramış oldum gene de.
Pişmiş taronun kabaca üçte ikisi su, üçte biri karbonhidratsa da yüzde beş protein ve yağ da mevcut yeterince. B6, K ve E vitaminlerinden, manganez, fosfor ve potasyum minerallerinden de zengin. Yaprakları, tohumu ve kök dediğimiz patates gibi tuberleri yenebiliyor. Soğanı görece olarak küçük ama soyup pişirince o kısmı da yenebiliyor. İçerdiği kalsiyum oksalat yüzünden çiğ yenirse zehirleyici. Tüberleri ancak pişirilince yenen patatesin ise yaprağı, kökü her şeyi zehirleyicidir oysa. Demek kuzeni daha yararlı insan soyuna.
Polinezya halkları hindistan cevizi sütünde kaynatarak yermiş. İçine et, balık ve soğan katarak değişik yemeklerini yaparlarmış. Ekvatoryal adaların hemen hepsinin beslenmesinde özel bir yeri varmış taronun. Bazı adalarda taro günü kutlamaları bile yapılıyormuş.
Hawaii........
© Medya Günlüğü
