Buzu “keşfeden” adam
Bir akrabam Kandıra’nın bir köyünde öğretmendi. Bizi ısrarla köyüne davet edince kıramayıp gitmiştik. Oğlak çevirmesi ile karşılanınca bütün köye kokusu ve haberi yayılmıştır diye epeyce mahcup olmuştuk.
Utandığımız kadar da gönenmiş olarak rakıları da açmak üzereydik ki “Tüh, buzu unutmuşum” deyip ev sahibi ortadan kayboldu. Epeyce sonra bir bebekten daha büyük bir buz kütlesi kucağında geri geldi. Meğerse uzak bir yerden buz almaya gitmiş. O zamanlar ben hayatımın baharındaydım; kalıp halinde buz satıldığını hiç bilmediğimden taşıdığına bakıp şaşıp kalmıştım.
Hayatımın deneyim kazanmış dönemlerinde Amerika’nın Florida eyaletinde dolaşıyordum. Minicik bir şehirde buz müzesi görünce heyecanlandım. Buzun nesi müzelik olabilir ki diye daldım. Meğerse buz yapma makinesinin mucidinin eviymiş. Su donunca zaten buz olur mucitliği de ne ola diye küçümseyerek evde dolanmaya başladım. Buz makinasının önce mimari çizimlerini gördüm, sonra maketini. Adamın bu makineyi icat etme gerekçesini ve bu konudaki ısrarlı dirayetinin hikayesini duvarlardaki panolardan okudum ve deyim yerindeyse yamuldum. Meğerse makineyle buz üretmek ne zor ve de ne mühim bir şeymiş.
Ben yaşlardaki Amerikalı bir hanım da öğrenciyken Avrupa’ya bir seyahate gitmiş. Restoran ve kahvelerde en çok şaşırdığı şey içeceklerin buzsuz servisiymiş. Nedenini anlayamamış. Olgun yaşlarında ikinci kez Avrupa’da bulunana kadar da bu konunun pek farkında değilmiş. Sonra jeton düşmüş. Amerikalılar çayı, suyu, kolayı, her türlü içeceği buzlu içtiklerinden bunun çok normal olduğunu düşünürmüş. Daha doğrusu üzerinde hiç düşünmemiş çünkü Amerika’da siz söylemeseniz de içeceğiniz bol buzlu olarak servis ediliyor. Yemek yerken “benim suyumu buz katmadan getirin” demek sıra dışı bir şey. Bunun Amerika dışında böyle olmadığını görmek çok şaşırtmış Amerikalıyı. Beni de Amerika’da her bardağın en az yarısının buzla doldurulması şaşırtıyordu önceleri. Burada yıllar geçirince şaşırmayı unuttum. Ancak doğma büyüme Amerikalı hanım söyleyince yeniden aklıma düştü bu içeceğe buz katma meselesi.
İlk aklıma gelen gerçek meyhane erbabının rakıya buz konulmasını küçümsemesi oldu. “Rakı soğuk içilir, yanında yudumlanan su da öyle. İlla buz konacaksa suya katılır, rakıya değil” derler. Nedenini buzun rakının tadını bozması olarak açıklarlar. Zaten erbabı rakıya su katılmasını da küçümser ama buz eklenmesi tüy dikmektir. İyi de neden?
Müdavimine göre rakıya buz katılmadığı gibi çay da ince belli minik bardaklarda ağzı haşlayacak sıcaklıkta içilir, koca bardakta buzla karıştırıp çay mı içilir? Hele hele Amerikalıların yaptığı gibi süte buz katıp içmek de nedir? Bunlar görgüsüzlüğün gösterişidir. Öyle midir?
Bu kültürel farklılığın nedeni buz makinesinin keşfinde yatıyor bence. Makine buzu vardı da biz mi koymuyorduk a dostlar? Buzdolabının Anadolu’nun hayatına eklenmesi ne zamandır diye Google’a sordum. İlk kez 1930’da yabancı markalar girmiş. İlk yerli üretim ise 1960 yılında. Avrupa ve Amerika’dan neredeyse bir asır sonra. Her eve girmesi çok daha sonra. Sonradan eklemleneni kültürün sindirmesi zaman alıyor elbette.
Gerçi doğada her daim buz var. Benim de Elazığ’da yaz ortasında götürüldüğüm bir mağarada buz görmüşlüğüm var. Görmedimse de Siirt ve Antep gibi sıcacık şehirlerin dağlarında da buz mağaraları olduğundan haberim var. Ancak onca yol gidip dağın tepesine çıkıp sonra mağaranın derinliklerine inip buz küreyip getirerek içeceğine katmak, kilometrelerce ötede de olsa çarşıya arabayla gidip buz kalıbı almaya da benzemiyor elbette. “Oksfort vardı da biz mi gitmedik” hesabı, eskiden buz vardı da biz mi........
© Medya Günlüğü
