“Patates Müzesi”
Patatesin ana vatanı Peru’nun And dağları. Kristof Kolomb, Hindistan kıyıları sandığı Orta Amerika kıyılarına çıkana kadar ne Avrupa’nın ne de Asya’nın böyle bir yiyecekten haberi yok. Avrupa’nın da, bizim memleketin de göçmeni yani.
Peru’yu görmediğim için benim patates bilgim de kendi görgümle sınırlı. Adapazarı kökenliyim ve Adapazarı Ovası’nın patatesinin Ödemiş patatesinden daha lezzetli olduğu kanısındayım. Lezzet deyince, Ödemişli için bu söylediğimin hiçbir önemi olmadığından eminim ama bu benim lezzet algımı etkilemiyor.
Kuzey Amerika’da da en sevilen Odaho patatesi ki bence patatesin yüz karası. Bu hakaretimin nedeni sadece sası tadı değil. Patateste bolca bulunan ve insana çok faydası olan beta karoten koyu sarı patateste beyaz patatesin on katı kadar. İdoha da soluk benizlinin teki, nesini beğeneyim? Üstelik Amerika’da mor bir patates var, sarı patates bile halt yemiş onun lezzeti yanında, Idoha da ne! Neyse işte herkesin damağı neye alışkınsa onu seviyor ve en güzeli odur sanıyor sonuçta…
Müze deyince doğal olarak aklımıza sanat eserleri geliyor, bir de bazı özel eşyalar. İstanbul Belgrad ormanındaki Atatürk Arboretumunda bulunan “Meşe Müze”sini gezene kadar canlı varlıkların da müzesi olabileceğini bilmiyordum. Dünyanın dört bir yanından toplanmış meşe ağacı çeşitlerinin yetiştirildiği İstanbul Üniversitesi yönetimindeki bu doğa parkını görmeyenlere şiddetle tavsiye ederim.
Bir başka canlı müzesini de CNN’de denk geldiğim patates ile ilgili bir haber sayesinde öğrendim. Peru’nun Cusco şehrinde 90 kilometre kare genişliğinde bir “Patates Parkı (Parque de la Papa)” varmış. Bu park deniz seviyesinden 3.400 metre yukarıda başlar, 4.900 metreye kadar da çıkarmış. Bu yüksekliğin sadece insanların değil hayvanların da bitkilerin de yaşamını çok zorlaştırdığını hatta olanaksızlaştırdığını hatırlatmış olayım.
Bu bölge aslında Antik İnka halkının gizemli vadisi olarak bilinirmiş. İşte bu patates parkında doğal patates çeşitlerinin hemen hepsi bulunmaktaymış yani burası bir patates müzesiymiş. Dünyada eşi benzeri olmayan bu patates tarlasının kurucusu olan “And Dağları Derneği”nin amacı hem var olan patates çeşitliliğini korumak, hem de değişik yüksekliklerde ve değişik iklim şartlarında ekim yaparak dünyada gelişebilecek olağanüstü iklim koşullarına dayanıklı yeni türler oluşmasını sağlamakmış.
Bu parkta doğal patateslerin genlerine dokunmuyor ama farklı ve zorlu ortamlarda farklı çeşitleri bir arada yetiştirerek çeşitliliği çoğaltıp doğal evrimi hızlandırıyorlarmış. Bir bölgenin çivit mavisi patatesi ile başka bir bölgenin kahverengi patatesi bir arada ekildiğinde arada kıpkırmızı bir patates de yetişebiliyormuş vb.
Bu sayede artık Peru And Dağları’nda 1.367 çeşit patates bulunmaktaymış. Beyazı var, sarısı var desen, Ödemiş’i Bolu’su desen, eskisi tazesi desen, ne desen de bir elin parmaklarını geçemeyecek kadar patates çeşidi bilirken gel de anla 1367 çeşit patates ne demektir…
Patates, buğday ve pirinçle birlikte dünyanın 3 ana gıdasından biri. Dünya halklarının beslenmesinde bu üçlünün herhangi biri başı çekiyor. Asya hakları tümüyle pilavcı yani pirinççi. Orta Doğu halkları başta olmak üzere birçok bölge halkı da tümüyle ekmekçi, makarnacı yani buğdaycı. Diğer kalanlarsa patatesçi.
Bir bilim insanı merak etmiş. Eğer kıtlık ve ağır yoksulluk olsa da insanlar sadece bu ana besinleriyle beslenmek zorunda kalsalar neler olur diye. Bunu anlayabilmek için bir grup insana sadece ekmek, bir grubuna sadece pirinç, üçüncü gruba da sadece patates verilmiş. Hem de aylarca. Sonuçlar çok şaşırtıcı. Sadece pirinç yiyebilenlerde vitamin ve mineral eksikliği yüzünden pek çok hastalık gelişmiş. Buğdayla beslenenlerde durum daha iyiymiş ama onlarda da birçok sorun oluşmuş. Ancak sadece patatesle beslenenlerde hemen hiçbir sorun gelişmemiş.
Çalışmanın şaşırtıcı kısmı tam da burası. Çünkü bazı vitaminler var ki onlar sadece taze........
© Medya Günlüğü
