Putin’le geçen çeyrek yüzyıl…
Son 25 yılda, fiilî olarak 31 Aralık 1999’dan, resmen 26 Mart 2000’den bu yana “uluslararası siyasete damgasını vuran lider” denilince herhalde hemen hemen herkes Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i işaret eder.
Böyle düşünenler haksız sayılmaz çünkü Putin bir yandan dağılmanın eşiğine gelen Rusya’yı ayağa kaldırdı, diğer yandan da ülkesini yeniden bir güç olarak uluslararası sahneye çıkardı. Kısa sürede Rus halkının büyük bölümünün taptığı bir lidere dönüşen Putin, tek kutuplu dünya düzeninde hiçbir kural tanımayan, astığı astık kestiği kestik ABD’ye karşı meydan okumasıyla Türkiye dahil pek çok ülkede taraftar ve hayran kazandı. 24 Şubat 2022’de başlayan Ukrayna savaşı üç yılı aşkın süredir Rusya liderini yine uluslararası medyanın manşetlerinde tutuyor.
26 Mart 2000 tarihinde ilk kez başkan seçilen Putin kim, iktidara nasıl geldi, neler yaptı?
Çocukluk dönemi
7 Ekim 1952’de Leningrad’da (şimdiki adı St. Petersburg) doğdu. Babası 2. Dünya Savaşı’nda ağır yaralanmış bir asker, annesi ise fabrikada işçiydi. Büyükbabası Spiridon Putin, önce Sovyet Devrimi’nin lideri Vladimir Lenin ve eşi Nadyejda Krupskaya’ya, sonra Josef Stalin’e aşçılık yapmıştı.
Evlerinin hemen karşısındaki ilkokula gitmeye başladığı yıllarda yaramaz bir çocuk olarak hatırlanıyor. O dönemdeki arkadaşları, elinde sopa sık sık fare avına çıktığını anlatıyor. 12 yaşında spora merak saldı, sambo ve judo öğrenmeye başladı. O dönemde seyrettiği filmlerden etkilenerek gizli servise ilgili duydu. Lise yıllarında Almanca öğrendi. 1970 yılında Leningrad Devlet Üniversitesinde hukuk okudu, 1975 yılında mezun oldu. Okuldaki hocalarından biri, daha sonra hayatında önemli rol oynayacak Anatoliy Sobçak’tı. Mezun olur olmaz KGB’de eğitim almaya başladı. Aslında çok başarılı bir öğrenci olduğu söylenemez ama eğitiminin ardından Leningrad’daki yabancı diplomatları ve yabancı ülke vatandaşlarını takip etme görevi verildi.
1985-1990 yılları arasında, yani “Soğuk Savaş”ın son döneminde Doğu Almanya’nın Dresden kentinde “tercüman” kimliğiyle KGB için çalıştı. Görevi, Dresden’deki yabancılar arasında, ülkelerine döndüklerinde KGB’ye bilgi verecek ajanlar bulmaktı. O dönemdeki bilgilere göre, Dresden’deki KGB ajanları daha çok bürokratik işlerle uğraşıyor, örneğin gazetelerde çıkan haberleri arşivliyordu. Putin’in en büyük başarısı ABD’li bir askerden gizli nitelik taşımayan bilgileri 800 mark karşılığında almasıydı. Doğu Almanya’da isyan başladığında kalabalıklar KGB binasına saldırmak üzereyken Moskova’ya üst üste telaşlı mesajlar göndererek ne yapmaları gerektiğini sorduğu ama yanıt alamadığı anlatılıyor.
Eve dönüş
“Berlin Duvarı”nın yıkılmasının ardından ülkesine dönmek zorunda kalan Putin, Leningrad Devlet Üniversitesinin Uluslararası İlişkiler bölümünde ajan olarak çalışmaya devam etti, görevi öğrenci derneklerini izlemekti. 20 Ağustos 1991’de yarbay rütbesiyle KGB’den istifa etti. Bu tarih önemli çünkü bir gün önce radikal komünistler dönemin Sovyet lideri Mihail Gorbaçov’a karşı bir darbe girişiminde bulunmuştu. Aralarında, muhalefet lideri Boris Yeltsin’in de bulunduğu kişiler darbeye bayrak açmış, bazı üst düzey yetkililer de muhalefetten yana tavır almıştı. O kişilerden biri olan Putin, sonraları istifa kararını açıklarken, “Komünizm çıkmaz bir sokaktı” demişti.
19-21 Ağustos darbe girişiminin asıl önemi ise, Sovyetler Birliği’nin tabutuna çakılan son çivilerden biri olmasıydı. Evet, darbe başarısız olmuş, Gorbaçov iktidara dönmüştü ama fiili iktidar, darbeye karşı tanka çıkarak direnen muhalefet lideri Yeltsin’in eline geçmişti. Zaten kısa süre sonra da, 25 Aralık’ta Sovyetler tarihe gömüldü, yerini Rusya’nın önderliğinde Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) aldı.
Putin artık, üniversiteden tanıdığı Leningrad Belediye Başkanı Sobçak’ın yanında, Dış İlişkiler Komitesinde çalışmaya başlamıştı. Kimi kaynakların iddiasına göre bu noktada ilginç bir gelişme oldu: Müfettişler çalışmalarında usulsüzlük belirledi ve görevden alınmasını istedi. Bu rapora karşın Putin görevini sürdürdü ve belediye bürokrasisindeki yükselişi devam etti. 1995 yılında, iktidar partisi Evimiz Rusya’nın, adı St. Petersburg olarak değişen kentteki teşkilatını kurdu ve başkanlığını üstlendi.
Moskova dönemi
1996 yılında Sobçak’ın belediye başkanlığı seçimini kaybetmesinin ardından bir süre işsiz kalan ve geleceğindeki belirsizlik nedeniyle avukatlık ya da judo hocalığı yapmayı düşünen Putin’in kariyerinde aniden kendinin de beklemediği büyük sıçrama yaşandı ve Yeltsin tarafından Rusya’nın yurt dışındaki gayrimenkulünden sorumlu kuruluşun başkan yardımcılığına atanarak Moskova’nın yolunu tuttu. Hemen bir yıl sonraki görevi ise Kremlin İdari İşler başkan yardımcılığı oldu. 1997 yılında “piyasa ekonomisinin oluşturulmasında bölgesel kaynakların stratejik planlaması” konulu tezini savundu. Bu tezle ilgili “intihal” söylentileri çıksa da, doğrulanmadı.
Moskova’nın iktidar koridorlarında dolaşmaya devam eden Putin 1998 yılında bu kez, KGB’nin yerini alan Federal Güvenlik Servisi’nin (FSB) başkanlığına atandı. Yaklaşık bir yıl sonra, 9 Ağustos 1999’da Putin artık başbakanlık koltuğundaydı, “iktidar yürüyüşü”nde son basamağa tek bir adım kalmıştı. Sadece dört ay sonra, dünyanın 2000 yılına girmeye hazırlandığı saatlerde, tam olarak 31 Aralık 1999’da Yeltsin aniden televizyona çıktı ve görev süresinin dolmasına üç ay kala istifa ettiğini açıkladı. Anayasaya göre başkanlık görevini vekaleten Putin üstlendi, 26 Mart 2000’deki seçimi kazanarak başkanlık koltuğuna oturdu.
Yok olan sistem
Peki, Putin’in Kremlin’in patronluğunu üstlenmesinden önce Rusya ne durumdaydı?
Sovyetler Birliği’nin dağılması sadece koca bir imparatorluğun parçalanması değil, 1917’den beri süren bir sistemin yok olması anlamına geliyordu. 1 Ocak 1992’de Rusya piyasa ekonomisine geçince o güne kadar “devlet baba” tarafından korunan ve kollanan vatandaşlar kendilerini bir anlamda evden kovulmuş evlat durumunda buldu. Rusya gibi dev bir alana yayılan ülkede yeni bir sistem kurmak tahmin bile edilemeyecek zorlukları beraberinde getirdi. Yeltsin’in iktidarda olduğu yıllar ülkeye siyasi, ekonomik, askeri, etnik ve sosyal kaos hakimdi. Vatandaşına maaş ödeyemeyen devlet, ülkenin adım adım parçalanma sürecine girmesini engelleyemiyor, “özelleştirme” adı altında ulusal servet acımasızca yağmalanıyordu.
Yeltsin demokrat eğilimli bir taşra politikacısıydı, iktidar yılları için her konuda eleştirilebilir ama 1990’ların Rusya’sının bugünden daha demokrat olduğu tespitini yapmak gerekir. Gerçi, Yeltsin halkın içinden gelmişti ama iktidar onu değiştirmişti, bunu da eklemek lazım. Yeltsin’in karnesindeki zayıfların başında dış politikadaki kötü performansı geliyor. Elbette, bu sadece kendisinden kaynaklanan bir durum değildi, o günlerde Rusya zayıf, Batı’nın ekonomik yardımına muhtaç, nükleer silahlar dışında sıradan bir ülke haline gelmişti. 1999 yılında NATO’nun Yugoslavya’da düzenlediği operasyon Yeltsin için sonun başlangıcı oldu. NATO’nun Sırp lider Slobodan Miloşeviç’i devirmesi, Rus halkının........
© Medya Günlüğü
