menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

CHP’ye kayyım tartışmaları: Anayasaya aykırı, hayır!

15 1
10.09.2025

Gürsel Tekin CHP İstanbul’a kayyım oldu. Kendisine hayırlı olsun, tarihe ‘Gürsel Tekin gibi’ geçmek diye bir olgu icat edildi. Baba evi, baba evi diye ısrarla altını çizdiği CHP’ye polis baskınıyla girdi. Tarihe kendi partisine polis zoruyla giren siyasetçi olarak geçmek de küçümsenecek bir şey değil. Konunun esasına dair tartışmadan önce tartışmanın odağını kaydıran birkaç argümana değinmek lazım.

Irkçılar

CHP önüne polis bariyerlerini bir şirket dikti. Şirketin işçileri de belli ki Afganistan’dan Türkiye’ye göç edenlerdi. Polisin bariyer dikmesi, CHP’nin önünde CHP’lilerin toplanması, partinin üyelerine sertlik yapılması, milletvekillerinin terslenmesi, Gürsel Tekin’in konuşmaları değil de bariyeri diken şirketin işçilerinin Afganistan’dan göç edenler olmasını dert edinenler düpedüz ırkçıdır.

Her zaman olduğu gibi ırkçıların asıl misyonu da mücadele edilen gerçek gücün gizlenmesini, görünmez olmasını sağlamaktır. Afganistan’dan buraya ekmek parasını kazanmak için gelen insanlar CHP üyesi değil, CHP’yi 14. Asliye mahkemesine şikayet eden CHP’lilerden de değil, rüşvet işlerine bulaşanlar da Afgan işçiler değil, CHP’ye baskıyı şubat ayından beri iç siyasetin başat öğesi haline getiren iktidarın karar alıcıları hiç değil, plastik mermi kullananlardan değil göçmen işçilermiş!

Bu yüzden ırkçıların göçmen işçilere düşmanlığı bir nefret suçudur ve mücadeleyi gerçek hedeflerinin çok uzağına yönelten bozuk bir navigasyon cihazıdır. Göçmenler hakkındaki komplolara zerre kadar bile prim vermek çok tehlikeli. O şirket değilse başka bir şirket, belki zabıta, belki taşeron belediye işçileri ya da polisin kendisi o bariyerleri dikecekti. Bariyerleri yerleştiren işçilerin etnik kökenleri bariyerlerin orada olmasının nedeni değildir.

Şu “Yetmez ama evet”çiler

Atlamamamız gereken bir diğer konu da elbette cumhuriyetin kuruluşunun da insanlığın evriminin de sorumluluğu omuzlarına yüklenilen yetmez ama evetçiler! Referandumun yapıldığı 2010 yılında doğan bir çocuk şimdilerde 15 yaşında. O vakitler yapay zeka yoktu. Yapay Zeka alanında teknoloji giderek bu şiddette keskin bir hal almamıştı. Twitter icat olalı daha dört sene geçmiş, Tik Tok’un ise icat edilmesine daha 4 sene kalmıştı. 2010 referandumundan sonra sert bir mücadele dönemi şekillenmiş, darbe girişimleri, yolsuzluk, çözüm süreci, Gezi direnişi, İstanbul Sözleşmesi, MİT krizi, Arap Baharının artçı şokları, Mısır’da Sisi darbesi, Suriye’de keskinleşen iç savaş, Rojava’da yaşananların çözüm sürecine etkisi, 2015 seçimleri, 15 Temmuz darbe girişimi, OHAL rejiminin ilan edilmesi… Bu uzun bir liste. Referandumdan sonra bir dizi sınıfsal gelişme yaşandı ve demokrasi alanı güçler dengesine göre bu gelişmelere bağlı olarak şekillendi. Fakat tüm bunlar arasında, iktidarın astığım astık kestiğim kestik politikalarına muhalefet cephesinde verilen destek olarak bir kaç politik tutum öne çıktı.

Birincisi, dönemin CHP liderliği 2016 yılında meclise milletvekili dokunulmazlığı ile alakalı anayasa değişikliği geldiğinde, “Anayasaya aykırı ama evet” diyeceğiz açıklamasını yaptı. Anayasaya aykırı olan bir hamle, Figen Yüksekdağ gibi, Selahattin Demirtaş gibi yüzde 13 oy alan bir partinin eş başkanları ve birçok vekilin hapse girmesine neden olacaktı. Buna “evet” diyenlerin, bugün yaşanan gelişmeleri 2010 yılında referandumda alınan bir politik tutuma bağlama çabaları şımarıkça sorumluluktan kaçmaktır. Şımarıkça sorumluluktan kaçarken, suçlayacak bir güç arıyorlar ve ‘lanet olası yetmez ama evetçiler olmasa o gün bu AKP denilen iktidarı adadan yolluyorduk’ diye hayıflanıyorlar.

Yalan söylüyorlar. 2010 referandumunda geçen hiçbir madde, bu referandum sonrası yaşanan gelişmelerin ve bu gelişmelere iktidar bloğunun aşırı sağcı politikalarının nedeni değildir.

Selahattin Demirtaş, bir konuşmasında, Kürt şehirlerinde ve Kürt vekillere yönelik baskının, dönüp batı illerinde yaşayanları ve Kürt olmayan muhalifleri vuracağını söylemişti. Bu açık gerçeği görmenin önündeki engel, o dönem baskının Kürtlere yönelmiş olmasıydı. İstanbul’da milyonlarca oy alan bir belediye başkanına siyasi operasyon yapılabileceği, önlerinde Diyarbakır’da milyonlarca oy alan bir belediye başkanının tutuklanması örneği olmasına rağmen akıllarına gelmediyse, bunun tek bir nedeni var, o da düpedüz bir sosyal şovenizm.

Sosyal şovenizm o günlerde HDP’nin iktidarla anlaştığı dedikodusunu yayıyordu, bugün ise yetmez ama evetçilere yönelik suçlamalardan fırsat buldukça, Dem Parti’nin CHP’ye yönelik baskıya sessiz kaldığı iddiasıyla şahlandırılıyor.

DEM Parti ilk günden beri CHP’yle dayanışıyor. Ama şovenist CHP’lilere de şu soruyu sormak bir zorunluluk: 2016’ta anayasaya aykırı olmasına rağmen evet dediğiniz için milletvekillikleri düşürülen siyasiler o gün HDP üyesiyken, bugün neden bu partinin adı DEM Parti olmak zorunda kaldı?

Bugün CHP’ye yönelen baskı çok ağır.

Belediye başkanlarının tutuklanması çok ağır bir........

© marksist.org