Alevilerin hayatı önemlidir
Mart ayının ilk haftasında Suriye’den korkunç haberler gelmeye başladı. Bir süredir biriken gerilim hızla yüzlerce Alevi’nin öldürüldüğü bir katliama evrildi. 5-7 Mart günlerinde zirveye ulaşan saldırılarda aralarında yaşlı, kadın ve çocukların da bulunduğu çok sayıda insan öldürüldü. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin (SİHG) verilen göre 1 – 18 Mart tarihleri arasında 1703’ü sivil, 2237 kişi öldürüldü. SİHG’nin saldırıları “Alevi topluluğuna karşı intikam amacıyla işlenen infaz ve katliamlar” olarak adlandırması çok önemli. Çünkü bu kuruluş, daha önce de Esad’ın katliamlarını da kayıtlara geçirmişti.
Birleşmiş Milletler’den yetkililer ise “mezhep temelli yargısız infazları” “Kimliği belirlenemeyen failler, geçiş dönemi makamlarına bağlı güvenlik güçlerinin mensupları ve aynı zamanda eski hükümetle ilişkili unsurlar”ın gerçekleştirdiğini duyurdu.
Esad rejiminin devrilmesinden sonra HTŞ’nin ne yapacağının en çok merak edildiği konu bu katliamlar karşısındaki tutumu oldu.
Suriye usulü başkanlık rejimi
Daha önce Ebu Muhammed el-Colani ismini kullanan, HTŞ lideri Ahmed eş-Şara, en çok katliamın gerçekleştiği haftanın sonunda olayları soruşturmak için 7 kişilik bir komite oluşturulduğunu açıkladı. Komitenin bağımsız olacağını dile getiren Ahmed eş-Şara, “Sivil halkın kanına bulaşan, halkımıza zarar veren, devletin yetkilerini aşan veya kendi amaçları doğrultusunda gücü istismar eden herkesten, tüm kararlılıkla ve hoşgörü göstermeden hesap soracağımızı beyan ederiz. Hiç kimse kanunun üstünde olmayacak. Suriye halkının kanına bulaşan herkes er ya da geç adaletin karşısına çıkacaktır” dedi. Katliama karışanların HTŞ içinden de olsalar hesap verecekleri bu açıklamalara eklendi.
Merakla beklenen bir diğer gelişme de Suriye’de geçiş sürecin nasıl ilerleyeceği oldu. Esad 8 Aralık’ta Suriye’den kaçtı. Üç ayı geçkin bir süredir HTŞ ve lideri Ahmed eş-Şara tüm iktidarı kendilerinde merkezileştirdiler. Elbette Suriye’deki geçiş sürecinde birçok toplumsal, siyasal ve küresel eğilim mücadele içinde olacak. Dolayısıyla önümüzdeki süreç, bu eğilimlerin yaratacağı etkilerle şekillenecek. Bu etkiler içerisinde HTŞ’nin iktidara uyum sağlama çabası, Arap Baharı başlangıcındaki özgürlükçü talepler, kökleri El-Kaide’ye uzanan HTŞ lider kadrosu, daha radikal İslamcı yapıların ve çevrelerin tutumunu ve en önemlisi Suriye’nin yoksul halklarının tepkileri sayılabilir.
HTŞ’nin LGBTİ ’lara düşmanca davranırken, kadınlar konusunda kendi geleneğinin ötesinde bir tutumu aynı anda benimsemesi bu etkilerin bir ifadesi. Ahmed eş-Şara tüm iktidarı kendisinde merkezileştirerek hem geçiş sürecindeki toplumsal etkileri minimize etmeye hem de süreçten seçimleri kazanarak çıkmaya çalışıyor. Dolayısıyla, radikal bir İslamcılık geleneğinden gelip Suriye siyasetinin merkezine yerleşmeye çalışan ve küresel tüm ekonomik, siyasi güçler ve devletlerle ilişkisini bu merkeze yerleşme süreci açısından ele alan bir örgütle karşı karşıyayız.
Bu, HTŞ iktidarının otomatikman Alevi katliamı yapmak üzere örgütlenmiş bir iktidar olmadığını ama aynı zamanda sürecin geçiş karakteri nedeniyle sadece Aleviler açısından değil tüm toplumsal kesimler açısından büyük risklerin var olduğunu söylemek anlamına gelir.
İki sınama alanı: anayasa ve bakanlar
14 Mart’ta Ahmed eş-Şara kendisine sunulan Geçici Anayasa Bildirgesini onayladı. Suriye’de şeriat hukuku mu olacak sorusu her sorulduğunda “Uzmanlar karar verecek. Onayladıkları takdirde benim rolüm bunları uygulamaktır. Onaylamazlarsa, rolüm onların bu kararını da uygulamak olacaktır” diyen Ahmed eş-Şara, pek üzerinde durmasa da taslağı hazırlayacak uzmanları kendisi seçiyor. Bu uzmanlar tarafından önerilen ve imzalanan metinde “Cumhurbaşkanının dini İslam’dır ve İslam hukuku yasaların temel kaynağıdır” vurgusu yer alıyor. Bu vurguyu Türkiye’nin iç siyasal kutuplaşmasının ve aşırılaştırılmış bir İslamafobinin penceresinden ele alanlar, Suriye’de çoktan bir şeriat devletinin kurulduğunu ilan ettiler. Alevi katliamı da bu devlet anlayışının doğrudan bir ürünü olarak ele alındı. Söz konusu olanın bir taslak olduğu ve Suriye’nin de bir geçiş sürecinin içinde olduğu bir çırpıda unutuluverdi.
Unutulan ve belki de aşırı Esad hayranlığı nedeniyle hiçbir zaman farkına varılmayan ise gazeteci Sedat Ergin’in yazdığı gibi “İslam hukuku” referansının Suriye’de hem 1950 anayasasında hem 1973 anayasasında hem de Suriye’de iç savaşın hemen ardından yürürlüğe giren 2012 anayasasında aynı kelimelerle yer almış olmasıydı. Kaldı ki “İslam hukukuna” yapılan vurgu kadar öne çıkartılmayan ise hemen ardından “İnanç özgürlüğü güvence altındadır. Devlet, tüm........
© marksist.org
