Kahramanmaraş’ta Ramazan Günlerim
Sözlükte “ramazan” kelimesinin “ısınmak, yanmak, pişmek, yaz sonunda ve güz mevsiminin başlarında yağıp yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur” manası olduğu gibi “kılıcı veya ok demirini inceltip keskinleştirmek için iki yalçın taş arasına koyup dövmek” manaları da var diyenler olmuştur.
Ramazan ayı insanı pişiren, olgunlaştıran, temizleyen, tasfiye ve tesviye eden bir ay. O bunu yaparken coğrafyasına, iklimine, insanına ve hanesine göre farklı metotlar uyguluyor, farklı mesajlar fısıldıyor. Ramazanın yaşanma biçimi köylerde farklı, şehirlerde farklıdır. Yazları farklı, kışları da farklıdır. Bu ayın, senenin tüm mevsimlerini, aylarını ve günlerini dolaşıyor olmasının da ince hikmetleri olsa gerek. Bazı hikmetlerini tahmin etmek zor değil. Her mevsimin nimetleriyle sahur ve iftar yapmak bu hikmetlerden sadece biridir. Yaz aylarında karpuz ve kavun, sonbaharda hafif sararmış kabarcık üzümü ve her mevsimin değişmezi, üzüm ve çir hoşafları ramazan sofralarının olmazsa olmazı.
Ramazan ayından ne zaman söz açılsa veya yeni bir ramazan ayına ulaşılsa ister istemez hatıralar belirir gözümün önünde. Bu hatıralar içinde güzellikler çoğunlukta olmakla sıkıntılı olanları da yok değildir. Ne ki ramazan ayındayız, o zorlu günler bile gönlümüzde, ruhumuzda şükrün en güzel yansımalarıyla, şikâyetsiz tefekkürüyle anılır.
Gençliğimin tüm yazları köyde ve köy işleriyle geçti. Bizim ülkemizin çoğu bölgesinde hâlâ köy işleri beden gücüyle yapılıyor. Teknolojinin nimetleriyle henüz tanışmış değil. Hele 1970’li yılların köylerinde işler hepten beden gücüyleydi. Temmuz ve ağustos aylarına ramazan ayının isabet ettiği günlerin hatırası unutulmaz. Tarla sularken uzun ve sıcak günlerde ayağımın altındaki çamurlu su, nasıl da gözüme güzel gözükürdü, akşamı zor ederdim. Ot ve ekin toplamak ve bunları patoz denen aletle samana dönüştürmek ve samanları samanlığa taşımak, oruçlu bir kimse için hiç de kolay olmayan işlerdendi.
Dediğim gibi çocukluğumun ramazanları köyde geçti. Köydeyken genellikle annem tek çeşit yemek hazırlardı. Hoş, çoğu evde tek çeşit yemek hazırlanırdı. Ne var ki iftara az kala çocuklar evler arasında mekik dokur yakın komşulara o tek çeşit yemekten dağıtılırdı. Sofraya oturup ezanı beklediğimizde sofrada birkaç çeşit yemek olurdu da hangisinden başlayacağımızı şaşırırdık. Göksun’a, taşındığımızda yemek transferi yarı yarıya azaldı. Kahramanmaraş şehir merkezine taşındığımızda ise bu gelenek tamamen bitmişti. Tabii burada değişen tarihin de etkisi yok değil.
Ortaokul yıllarımda teravih namazına giderken yol üzerindeki çayhane ve kahvehanelerde namaza gitmeyen tembellerin oynadığı, sokaklara taşan “tombala” oyununun oynanmasına üzülürdüm. Ramazan ayı ile ne alakası varsa. Bu oyun unutuldu ama bunun yerini belediyelerin ramazan eğlenceleri adı altında pek de ramazan ayının ruhuyla bağdaşmayan oyunları ve israfları aldı.
Öğretmenliğe başladıktan sonra hemen her ramazanda şayet hasta değilsem teravih öncesi bir camide vaaz etmek asli vazifem sayılırdı. Çocukluğumun ramazanlarında hayretime giden tombala oyunu gibi şimdi de bir o kadar hayret ettiğim şey, gençlerin tıklım tıklım doldurduğu ve saatlerce lüzumsuz laflarla zaman geçirdikleri garip isimli kafeteryalar........
© Maarifin Sesi
