İki Zıt Kutup, Kanaatkârlık ve Tamahkârlığın Geçmiş Nesildeki Etkisi ve Yeni Nesildeki Yansıması
Geçmiş denilen yaşanmışlıkların arasında, hatıralarda yer alan, köyde geçirilmiş üç beş günün doğallığı, kanaatkarlığı, huzuru şimdilerde kıymet bilinir hale geldi. Dedelerimizin, ninelerimizin sahip olduklarıyla yetinen, sınırlı miktardaki kaynaklarını dikkatli bir şekilde kullanmak üzerine kurulu bir hayatları vardı. Yaz mevsimi boyunca kendi yaptıkları ürünlerini, ekip biçtiklerini, zorlu kış ayları veya zorluk dönemleri için titizlikle saklar, israf etmeden kullanırlardı. İhtiyaç fazlası, komşularla paylaşılır, düğünler, bayramlar ve taziye gibi sosyal olaylarda maddi ve manevi bir dayanışma söz konusuydu. Manevi inançları, dünya nimetlerini geçici olarak görmeleri lüks, israfa ve açgözlülüğe karşı bir tutum bir direnç geliştirmelerini sağlamıştı. Elektriğin olmadığı o dönemde erken yatıp erken kalkarak günü en güzel en verimli şekilde değerlendirmelerini sağlarken, eskilerini atmadan dönüştürmeleri, de daha sade ve huzurlu, kanâatkar bir hayat sürdürmelerini sağlamıştı.
Sözlükte “payına razı olma” mânasında mastar olan kanâat, terim olarak “kişinin azla yetinip elindekine razı olması, kendisinin ve sorumluluğu altında bulunanların ihtiyaçlarını asgari ölçüde karşılayabileceği maddî imkânlarla iktifa edip başkalarının elindeki şeylere göz dikmemesi, aşırı kazanma hırsından kurtulması” şeklinde açıklanmakta; hırs, tamah, şereh (hazlara düşkünlük) ve tûl-i emel gibi kavramlarla ifade edilen mal ve dünya tutkusunun kalpten silinmesiyle kazanılan ahlâkî bir erdem olarak değerlendirilmektedir (Gazzâlî, III). Mâverdî kanaatin üç derecesinden söz eder. İlk ve en ileri derecesi, dünya nimetlerinden hayatın devamına yetecek kadarıyla yetinip başka bir şey istememek; ikincisi, kullanıp değerlendirebileceği kadarına sahip olup elinde fazladan kalabilecek şeylere ilgi duymamak; üçüncüsü de imkân ölçüsünde olanları istemek, güçlükle kazanılabilen şeylerin peşinde koşmamaktır. Gazzâlî, bu konularda ihtiyaç sınırını aşarak daha çoğunu isteyen ve uzun süreli gelecek kaygısıyla zihnini meşgul edenlerin kanaat şerefini kaybetmiş, tamahkârlık ve hırs zilletiyle lekelenmiş olacağını belirtir. Hırs ve tamahkârlıktan kurtulup kanaat erdemini kazanabilmek için zihnî ve ahlâkî bazı değişimlerden geçmek gerektiğini söyleyen Gazzâlî bunları şu şekilde sıralar: Harcamaları olabildiğince kısarak zorunlu ihtiyaçları karşılamakla yetinmek, Allah’ın her canlının rızkını tekeffül ettiği yönündeki vaadine güvenerek gelecekle ilgili kaygı taşımamak, asıl zenginliğin kanaatkârlıkta olduğuna, hırs ve tamahkârlığın kişiyi zillete düşüreceğine inanmak, zenginliğin bir şeref ölçüsü olmadığını bilmek, fazla malın çeşitli risk ve gailelerinin olacağını düşünmek. Bununla birlikte kanaatkârlık mutlaka yoksulluk anlamına gelmez; kanaat sahiplerinin zengin olmaları da mümkündür; bu durumda olanların cömertlik göstererek imkânlarını başkalarıyla paylaşmaları gerekir; zira cömertlik peygamberlerin erdemlerindendir (TDV İslam Ansiklopedisi.).
Ahlâk ve âdâba dair kaynaklarda dikkati çeken bir husus, kanaatin ahlâkî bir erdem olmasının yanında insanın hem kişiliğini ve onurunu koruyup geliştirmesinin hem de mutlu ve huzurlu yaşamasının bir şartı........
© Maarifin Sesi
visit website