TÜSİAD, burjuva sınıfı ve hukuk
Türkiye’de demokrasi, hukuk başta olmak üzere pek çok şeyin eksikliğinden söz edilir. Bu eksiklikleri saygıdan gelirin adil paylaşımına kadar pek çok madde ile genişletebiliriz. Son dönemde eksikliği en alt sıralara indiği için dillendirilmeyen, eskiden ara sıra da olsa dile getirilen ilginç bir eksiklik de vardı. Bu eksiklik Türkiye’de bir burjuva sınıfının olmamasıydı.
Kentsoylu olarak da Türkçe’ye çevrilen burjuvazinin aynı anlamı taşıyan ama farklı ifadelerle anlatılan birkaç tanımı var. Marksizm’e göre, kapitalist sistemde üretim araçlarına sahip olan ve emekçilerin ürettiği artı değere (ürünün üretim maliyeti ile satış fiyatı arasında fark) el koyan sınıf. Burjuvazi “19’uncu yüzyılda endüstriyel kapitalizmle ortaya çıkan toplumsal ve kültürel evrimi, ekonomik ve siyasal devrimi gerçekleştiren” sınıf olarak da tarif edilir. Ekonomik bir yapı olmasının yanı sıra toplumsal, sosyal ve kültürel yapıları da değiştirebilme yeteneği ve gücü de bulunmaktadır.
Dünyadaki tarihsel olarak yaşanan pek çok değişim arkasındaki güç olarak burjuvazi çok rahat dillendirilmektedir. Mülkiyet hakkı üzerinden örgütlü yapısını sağlamlaştıran burjuvazi, bu hakkı güvence altına alabilmek için tarih boyunca, ısrarlı bir biçimde sınıf mücadelesi vermiştir. Fransız, ABD ve İngiltere devrimleri, burjuva devrimleri olarak, bu devrime öncülük ettikleri için adlandırılır. Ekonomiye bakışları liberaldir.
Ülke olarak bugün “fit” olacağımız hatta “muhafaza etmeye” çalıştığımız, burjuvazinin kendisinin ürettiği, kapitalist sistem içinde var olan bir de demokrasisi vardır. Burada siyasi partiler vardır, özgür ortamda seçimler yapılır, temel hak ve özgürlükler rahatça kullanılır, ifade açıklama ve örgütlenme özgürlükleri güvence altındadır. Eksikliği fark etmişsinizdir, ekonomik paylaşım. İşte tarihin de sürekli değişmesine neden olan en önemli etken sınıf mücadelesinin de başladığı yer tam da burasıdır.
Osmanlı ıskaladığı sosyal ve ekonomik gelişmeler nedeniyle çöktü. Saray kadrosu dışında kategorik olarak bir sınıfı yoktu. Ekonomisi ağırlıklı olarak azınlıklar üzerinden yürüyordu. Son dönemlerinde İttihat ve Terakki’nin “milli sermaye” yaratma niyetleri nedeniyle bunlar da kaygılanarak kaçtı. Genç cumhuriyet belki de seçeneksizlikten devlet üzerinden ekonomiyi yürüttü ama önüne hedef olarak, özel sermayeyi de katarak karma bir ekonomik model üretmeyi koydu.
Burada da “milli sermaye” yaratma çabaları vardı. Bu nedenle Türkiye’de sermaye hep devletten “tırtıklananlarla” oluşmuştur. Bugün de bunu açık bir biçimde görüyoruz. (Marksizm, devletsiz bir toplumun inşasından söz ederken devleti, sermayenin zenginleşme aracı olarak tanımlar ve yıkılmasını ister. Bizim sistemden mi söz etmiş acaba?)
Türkiye’de sermayeyi “burjuva” olarak tanımlamak çok zordur. Sınıfsal olarak aynı kategoride olsalar da sosyal ve kültürel olarak orası çok karışıktır. Tüketilen veya ilgi duyulan kültürel ürünlerin bile farklı olması gerekir. Oysa Türkiye’de bugünün en popüler dizisi ya da müzik parçası çok fakir mahallelerde de yankılanıyor, çok zenginlerin yaşadığı yalılarda da. Trump’ın jazz dilendiğini bir düşünün, olmadı değil mi? Ama 2 önceki Başkan Obama kesinlikle dinliyordu. İşte bu fark burjuvaziyi bize net anlatır.
Türkiye’deki siyasi partilerde de bu işler hayli karışıktır. DYP ile ANAP arasındaki farkı anlatmak için........
© Kısa Dalga
