Sorsalar, Hatırlamazdı Kaç Zaman Geçtiğini…
Gözü yoldaydı.
Hep yola bakıyordu.
Kapının arkasından bakıyordu, pancurların çizgisinden bakıyordu, perdenin kenarından bakıyordu.
Hemen herkesin kapısında duran postacı bir onun kapısında durmuyordu.
Gözü yoldaydı ve mektup bekliyordu.
Kimden geleceğini bilmeden bekliyordu.
Kimseye yazmadan bekliyordu.
Kimseye yazmadan mektup beklemenin anlamsızlığını bilerek bekliyordu.
Beklediği mektup, bir türlü gelmiyordu…
* * *
Küçük bir sehpanın üzerinde duruyordu telefon.
O, sırtını genişçe bir koltuğa vermiş, yerde, kilimin üzerinde oturuyordu.
Elinde bir bardak vardı.
Bardağın içerisinde belki çay, belki kahve, içki bulunuyordu belki…
İçtiğinin ne olduğunu değil, çalmayan telefonu düşünüyordu.
Yüreği beyninde, beyni gövdesinin içerisinde tekrarlayıp duruyordu:
– Hadi çal… Hadi çal… Hadi…
Onca ısrarlı beklentisine rağmen, çalmıyordu telefon.
Oysa çalsaydı…
Kaparcasına ahizeyi alsaydı…
Konuşsaydı…
Akrep, yelkovanın peşinde dönüp duruyordu.
İlerliyordu zaman.
Beklediği telefon, bir türlü çalmıyordu…
* * *
– Geleceğim, demişti.
Dünle beraber yarın da geçti.
Bugün de gelmedi.
Önceleri geçen saatlerin........
© Kıbrıs Gazetesi
