Trabzonspor’un U19 efsanesi
Reel ve efektif anlamda, zannedildiği kadar olmasa da , futbol ülkemizde her daim hafta başı ve hafta sonunun değişmez gündemi.
Lisanslı futbolcu sayısı, sekiz ila on milyonluk sıradan bir Avrupa ülkesinin dahi altında olan ülkemizde, futbol daha çok üç kulüp üzerinden ve sportif açıdan ziyade” kulüpçülük anlamında” tartışılır ve konuşulur.
Bu kulüpler 120 yıla yakındır faaliyettedirler ancak bu süre zarfında mücadele ettikleri kıta Avrupası’nda, Galatasaray kulübünün 2000 yılı istisnası haricinde kayda değer herhangi bir başarıları yoktur.
Ancak en az siyasal ve aktüel gündem kadar güçlü olan spor basını, daha doğrusu futbol basınının izafe ettiği ve reelde karşılığı olmayan bir büyüklük metaforu altında, diğer kulüplerde genellikle figüran olarak görülerek aynı kısır döngü yüzyıldan fazladır sürer durur.
Oysa 87 milyonluk nüfusu ve gayrisafi milli hasılada dünya on altıncısı olan bir ülkenin en önde gelen iş insanlarının vitrine çıktığı bu kulüplerin devasa bütçeleri ile, ulusal alanın dışında, uluslararası alanda hiç olmazsa zaman zaman çeşitli başarılar kazanmaları beklenir.
Ancak şimdiye kadar kazanamadılar ve kolay kolay da kazanamayacaklar.
Çünkü bu kulüplerimiz Avrupa’da mücadele ettikleri muadilleri hatta muadillerininden de çok daha düşük bütçeli takımlarından farklı olarak” üretici değil tüketicidirler.“.
Her yıl maddi gelirlerinin kat kat üstünde borçlanarak ve her yıl zarar ederek hem ülkenin diğer kulüplerinin yetistirdigi en iyi futbolcuları hem de dışarıdan “genellikle de çok iyi araştırmadan” bulabildikleri yabancı oyuncuları sürekli transfer ederler.
Sonuçta üç kulüpten biri içeride şampiyon olur ancak dışarıda pek bir başarı gösteremeden geri döner.
Birkaç yılda bir iflas ederler, vergi ödeme ve aldıkları borclari ödeme gibi sorumlulukları asla yerine getirmezler ve en sonunda bütün defterleri alarak Ankara’ya, en tepeye gidip para dilenirler.
Üretmenin zamana yayılan zorluğunu ve sabrını göstermediklerinden ve bu zahmete katlanmak........
© Karar
