“Depremci profesörler:” Deprem korkusunun ürettiği popülerlik
Türkiye’de insanlar, ne yazık ki olağan hayatın bir parçası haline gelen deprem sarsıntılarının yol açtığı korku ve panikle birlikte, TV kanallarının demirbaş figürleri ve “evlerinin sürekli konuğu” deprem profesörleri arasında bitmeyen tartışmaların uyandırdığı gerilim ve harareti aynı anda yaşıyorlar. Bu durum, Türkiye’yi yalnızca fiziki bir deprem kuşağı ülkesi değil, aynı zamanda bir çeşit kronik “nafile deprem tartışması sendromu” yaşayan bir ülke hâline getirmiştir.
Sarsıntıların yükselttiği adrenalinin insanlarda zirve yaptığı anlarda, şaşırtıcı biçimde profesörler arasında deprem tartışmalarındaki alevlenme de doruğa yükseliyor. Hatta medya organlarının abartılı ilgi ve körüklemesiyle, bazen aralarındaki bilimsel görüş ve teori sürtüşmesinin hakta uyandırdığı yersiz ve anlamsız odaklanma, depremin taşıması gereken önem ve ciddiyeti bile unutturabiliyor.
Profesörler arasındaki çekişme ve tartışmaların, depremin hiç olmaması gereken bir anında; doğacak tahribatı ve can kaybı riskini azaltıcı tedbirlerin öncelikle ele alınması ve konuşulması gereken bir zamanda ortaya çıkması, açık bir çelişki ve ironi oluşturuyor ve “Vestern” filmlerindeki bazı sahnelerle şaşırtıcı derecede benzerlik gösteriyor.
Depreme ilişkin “teori yarışının” depremin kendisinden daha önemli hale gelmesi; Vahşi Batı’da, kasabanın haydutlarca basılma anından önce, herkes can derdinde iken, cenaze levazımatçısının mutlaka öleceğini düşündüğü “çaylak iyi adamın” tabutunu yapmak üzere beden ölçülerini almaya girişmesini andırıyor.
Sürdürülen tartışmaların düzeyi, seyri, profesörlerin görüş ve tezlerini öne sürme ve savunma biçimleri ve birbirlerine karşı davranışları; bilimsel ve akademik bir platformda, saygı ve empati esaslı paylaşım ve bilgi alışverişinin gerektirdiği standartlara ve tartışma üslubuna hiç uymuyor.
Bu bağlamdaki tartışmalarda;
-Nobran ve empatiden yoksun bir üslupla birbirlerini küçümsemeye, yok saymaya yönelik tutum ve davranışlar sergilediklerine,
-Sürekli muhataplarını alt etme ve “üste çıkma” gayreti içinde olduklarına,
-Birbirlerini sürekli yalanladıklarına, “yanlış ve temelsiz” konuşmakla itham ettiklerine ve bu bağlamda rakiplerince ileri sürülen görüş ve tezlerin geçersiz olduğunu ispat etme gayretine girdiklerine tanık oluyoruz.
Münakaşa esnasında, aralarında sıkça geçen;
-“Ben bu depremin hangi şiddete olacağını söylemiştim. Sen bilemedin”
-“Senin anlattıklarının ve gösterdiğin verilerin hiç bir bilimsel temeli yok. Hepsi çöp!”
-“Sen hoca değilsin, görüşlerin çürümüş!”
-“Ben bu saçı değirmende ağartmadım. Sen o yollardan giderken ben dönüyordum” şeklinde, suçlayıcı ve aşağılayıcı sözler, “ergence” bir gelişme düzeyini yansıtmaktan öteye gidemiyor.
Deprem profesörlerinin bir bakıma “pazarcı dalaşı” veya “işporta tezgahı çığırtkanlığını” andıran bu tutum ve davranışları, bilim adamı saygınlığının gerektirdiği akademik vakar ve ciddiyete hiç uymuyor. Öte yandan,Türkiye’de bilimsel araştırma “florası” ve ikliminin doğasına, bilimsel araştırmaların........
© Karar
