“Mâzîdeki günlere kalbini bağladın mı hiç?”
“Zeki Müren’in sesinden harika bir Uşşak türküye takılıp kalıyorum, sanat güneşimiz tam da “Gel yanıma yanıma da yanı başıma / Şu gençlikte neler geldi cahil başıma” deyip, pullu payetli tuniğiyle ve dizlerine kadar uzanan apartman topuklu lame çizmeleriyle sahneden inerken, ben de yeni yılın ilk sabahına gözlerimi açıyorum: “Telgrafın tellerine kuşlar mı konar / Herkes sevdiğine yavrum, böyle mi yanar”. Uyandığım muhakkak, çünkü rüyâmdaki güzelim İstanbul türküsü bu defa ses değiştirmişti, televizyondaki de Candan Erçetin’di.”
Yılbaşı kutlaması denen rezâleti görmeden uyumuşum. Havai fişekler ve sarhoş kafayla havaya birkaç el sıkmalar zavallı kuşların ölümüne neden olduğundan, halkımızın ye iç kudur tarzı eğlence anlayışından nefret ediyorum, bu yüzden önce Jack Nicholson’un aşırı takıntılı yazar Melvin Udall’ı müthiş oynadığı ‘97 yapımı “Benden Bu Kadar” isimli romantik komediyi yeniden seyrettim, peşine de Abdülaziz Bey’in kitabını elime aldım, birkaç sayfadan sonrasınıysa anımsamıyorum.
Rüyâ-yı sâdığımda çocukluğum ve ilk gençliğim vardı, anlayacağınız radyonun ve gazetelerin altın çağlarına yeniden dönmüştüm, yani televizyonun henüz toplumsal yaşamımıza girmediği ‘60’lı yılların sonlarından bahsediyorum, siyah beyaz cevelânımda meşhûr dolandırıcı Sülün Osman polis olmak istiyor, gangster taklidi İrfan Vural zilgir zibidisi Sultanahmet Cezaevi’nden firâr ediyor ve Bornovalı Nuri’nin sahneye çıkardığı “İmamın Karısı” lâkaplı Sevtap Çetinkale dipsiz kuyu sülüklerine parça gösteriyor, biliyorum bunlar pek hayra alâmet şeyler değil, ancak Zeki Müren’in sesinden harika bir Uşşak türküye takılıp kalıyorum, sanat güneşimiz tam da “Gel yanıma yanıma da yanı başıma / Şu gençlikte neler geldi cahil başıma” deyip, pullu payetli tuniğiyle ve dizlerine kadar uzanan apartman topuklu lame çizmeleriyle sahneden inerken, ben de yeni yılın ilk sabahına gözlerimi açıyorum: “Telgrafın tellerine kuşlar mı konar / Herkes sevdiğine yavrum, böyle mi yanar”. Uyandığım muhakkak, çünkü rüyâmdaki güzelim İstanbul türküsü bu defa ses değiştirmişti, televizyondaki de Candan Erçetin’di. Hoca’nımın başa sardığı türküyü baskın Balkan ağzıyla okuması kadar sahnede Roza Eskenazileşmesi de beni birazcık rahatsız etmedi dersem yalan olur, ama yine de “Telgrafın Tellerine Kuşlar mı Konar” türküsünün dört dörtlük ritmi yeni bir yıla keyifli başlamam için bana yetip artıyor.
Haklısınız, sözü uzattım, geçen yazımda ‘78’in televizyon dizilerine kadar gelebilmiştim, bu arada benim “Kaçak” dizisinin Amerikan yaşam tarzına alttan alta dokundurduğu şeklindeki yorumumun da bir kısım dantelâcı zevâta komik geldiğini duydum, kaz boku gibi çıkmasınlar, bir adım daha ileriye gideceğim: O dizi, hukukun hukuksuzluğuna dâir mükemmel bir “ceza hukuku” dersiydi. Peki, dizinin esin kaynağının Amerikalı Dr. Samuel Holmes Sheppard’ın hikâyesi olduğunu kaç kişi biliyor? Merâk edilip araştırılmayacağını tahmin ettiğimden aklımda kaldığı kadarından özetlemeye çalışayım: Dr. Samuel Holmes Sheppard’ın otuz yaşındaki dört aylık hamile karısı Marilyn Reese, 3 Temmuz 1954 gecesinde Bay Village’daki 28944 kapı numaralı evlerinde kafasından ve yüzünden aldığı otuz beş kadar darbeyle öldürülür, adam polise, olay esnâsında alt katta yedi yaşındaki oğluyla uyuduğunu, karısının çığlıklarını duyunca üst kata koşarak çıktığını ve orada bir adamla karşılaştığını söyler. Ancak, doktora ne polis ne de savcı inanmıştır, polis merkezinde 2 Ağustos günü 79132 cerâim kaydıyla fotoğrafı çekilir ve tutuklanır. Yılllarca sürecek olan dava 18 Ekim 1954 günü başlar, 21 Aralık 1954 günkü celsede ise ikinci derece kasden adam öldürme suçundan mahkûm olur. Aradan on buçuk yıl kadar geçer, 6 Haziran 1966 günü yüksek mahkemenin kararıyla Dr. Samuel Holmes Sheppard’ın........
© Karar
