‘Hiç ayrılamam derken, kavuşmak hayâl oldu’
“Nevruz Camii, vaktiyle bir tekkeydi, Şeyh Nevruz Tekkesi olarak da bilinen Havuzbaşı Tekkesi yıkıldı yıkılacak durumdayken ‘85 yılında ihyâ edilip camiye dönüştürülmüştü.”
Çengelköy’den aşağıya vurduğumda efil efil bir rüzgâr vardı, dilimdeyse Muzaffer Sarısözen’in derleyip notaya döktüğü Muhayyer Kürdî makamından “Ayva Çiçek Açmış” türküsü, Havuzbaşı’na nasıl vardım, farkında bile değilim. Bu türkünün dilime pelesenk olmasında Yakamoz’daki veya İnciraltı’ndaki ayva tatlısının payı var mıdır, bilemiyorum, ama Havuzbaşı nedense benim aklımda daha çok Beykoz’un sırtlarından küfeleriyle inen köylülerin otobüs durağının arkasında sattığı ayvalarla kalmış.
Bendeki de ne kafa ama, sanki orada Mehmed Âkif’i, Mehmed Velî Efendi’yi ve Nurettin Artam’ı bulacakmışım gibi içim kıpraşmıştı. Bu yüzden, Nevruz Camii’nin önünde bir banka çöküp, zamana öyle salıncak kurdum. Yanılmıyorsunuz, Nevruz Camii, vaktiyle bir tekkeydi, Şeyh Nevruz Tekkesi olarak da bilinen Havuzbaşı Tekkesi, aklımda kaldığı kadarıyla yıkıldı yıkılacak durumdayken ‘85 yılında ihyâ edilip camiye dönüştürülmüştü. Şimdi size, Havuzbaşı Tekkesi’nin son şeyhinin, edebiyatımızın en has rakıcılarından muharrir Nurettin Artam olduğunu not düşsem, çoğunuzda kayışın kopacağından eminim, durun söyleyeceklerim daha bitmedi, tekkenin ondan önceki şeyhi de üstadımızın pederi olan Mehmed Velî Efendi’ydi, çocuklarının tahsîlini her şeyin önünde tutan Mehmed Velî Efendi’nin en yakın dostuysa Mehmed Âkif’ti.
İbrahim Hakkı Konyalı’nın ve Üsküdarlı Ahmet Münib Efendi’nin verdikleri listelerde, Havuzbaşı Tekkesi’nin Kadirî tarikatına bağlı olduğu belirtilmesine rağmen, Salim Bostancıoğlu, tekkenin kuruluşunda Nakşibendilik’e bağlı olduğunu, fakat sonradan Kadirîlik’e bağlandığını yazmıştır. Baha Tanman ise tekkenin isminin Dahiliye Nezâreti’nin 1301 yılına ait istatistik cetvelinde Afgânî Kalenderhânesi şeklinde geçtiğini söylemişti. Bu hususun tartışmasını işin ehline bırakmalı, benim için Nurettin Artam’ın orada doğup büyümesi ve kâh pederiyle öndeki çayırlıkta sohbet eden, kâh tekkenin sessiz selâmlığında saatlerce okuyup yazan Mehmed Âkif’i unutamaması önemli.
Mehmed Âkif’in, yirmi yıl kadar Beylerbeyi’ndeki birkaç ahşaba kiracı olduğu muhakkaktır. 1907 yazında Fuad Şemsi’ye gönderdiği mektupta Ressam Halil Paşa’nın köşkünde ikamet ettiğini kendisi yazmıştı. İskele Meydanı’ndaki bu köşk maalesef ‘77 yılının başında yandı. Rahmetli Rebii Baraz’dan ise üstadın sonra Araba Meydanı’nda Hasan Kâmil Bey’in kiracısı olduğunu duymuştum, Mithat Cemal’den onun semtte Ömer Ferit Bey’e komşuluk yaptığını siz de okumuşsunuzdur. Münevver Ayaşlı’nın hangi eserindeydi, şimdi çıkaramayacağım, Mehmed Âkif’in ‘19 yılında Havuzbaşı’ndaki bir beyaz köşkte oturduğu yazılıydı, sahi bir de Abdullah Ağa Hamamı Sokak’taki “Fıstıklı Köşk” vardı, vaktiyle yedi yıl kadar da Sezen Aksu’nun mülkiyetinde kalmıştı o köşk.
Âsaf Hâlet Çelebi’nin ‘22 yılında geçtiği köşk, Beylerbeyi sırtındaki koruluğun içindeydi. Hasip Paşa’nın köşkü olarak biliniyordu, ricâl-i kibârdan Hasip Paşa’nın bir de sâhilde yalısı vardı. Yalıyı da köşkü de pek iyi bilen Münevver Ayaşlı Hanım “Dersaâdet” isimli eserinde, bakımsız harap köşkü yalıdan daha güzel bulduğunu yazmıştı. Âsaf Hâlet dendi mi beni bir gülmedir tutuyor, çünkü merhûm edebiyatımızın oburlarındandı, sadece o değil, kedisi de oburmuş, ağabeyimiz Beşir Ayvazoğlu’nda rastlamıştım, her sabah önde şâirimiz, peşinde kedisi, mutlaka Yalıboyu’ndaki fırından birer simiti midelerine indirirlermiş. Âsaf Hâlet’in pederi Hâlet Çelebi ise, yolu Hazret-i Mevlânâ yolu, edebiyse Mevlevî edebi olan muhterem biriymiş, Münevver Ayaşlı ancak onun son yıllarına yetişmiş, Âsaf’ın asıl tahsîlini de pederinden aldığını söylüyor, üstadımız ne biliyorsa, onlara Fars ve Fransız dilleri de dahildir, cümlesini pederinden........
© Karar
visit website