menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

‘Aman şimdi yaman şimdi dağlar başı duman şimdi kavuşmamız ne hoş olur ayrılmamız yaman şimdi’

15 1
30.04.2025

“Bizim iki katlı apartman 'Yeni Erzincan' kısmındaydı, ancak birkaç yıllık kâgir binâlardan, üst sokağımızdaki Mehbub-Niyazi Ünsal çiftinin bahçe içindeki tek katlı evleriyse deprem sonrasının sıcağa ve soğuğa dayanıklı prefabriklerindendi. “Yeni Erzincan” şimdi ne durumda, bilmiyorum, bunu Sercan Ünsal'a sormalıyım.”

Ben radyo çağının sonundaki ve televizyon çağının başındaki kuşaktanım, her evde ajans ve şarkı türkü dinlenen lambalı radyolardan mutlaka vardı. Şimdi siz de ‘55 model bir Neckermann radyo tahayyül edip, düğmesini açın: “Haydi de haydi / Ah elmadan elmadan / Haydi de haydi / Bir dal kestim elmadan / Haydi de haydi / Beni yâre kavuştur / Haydi de haydi / Hûda cânımı almadan”. Yanılmıyorsunuz, bir Erzincan türküsü. Bu kadar mı, hayır, sonrasıyla da Erzincan’a vedâ edeceğiz, birazcık sabır, maksadım sizi oyuna kaldırarak ‘68 yılının Erzincan’ına götürmek.

Geçen yazımda minibüsten inince tek katlı kerpiç evlerin arasındaki daracık sokaklardan yürüyerek Sümer İlkokulu’na gittiğimi yazmıştım ya, birisi Erzincan girişindeki o evlerin ‘39 depreminden kurtulanlar tarafından eski şehir mahallinde derme çatma şekilde yapıldığını söyledi, ne kadar doğrudur, bilmiyorum, “Yeni Erzincan” ise dağa doğru iki kilometre kadar yukarıda devlet tarafından ızgara planlı inşâ edilmiş, çok da güzel prefabrikler kondurulmuştu. Bizim iki katlı apartman “Yeni Erzincan” kısmındaydı, ancak birkaç yıllık kâgir binâlardan, üst sokağımızdaki Mehbub-Niyazi Ünsal çiftinin bahçe içindeki tek katlı evleriyse deprem sonrasının sıcağa ve soğuğa dayanıklı prefabriklerindendi. “Yeni Erzincan” şimdi ne durumda, bilmiyorum, bunu Sercan Ünsal’a sormalıyım, ama o yıllarda yemyeşildi, o yeşilliğin içinden de arka bahçemizdeki kayısı ağacını hiç unutamadım, dalları hep yerdeydi, meyvesi Tokaloğlu cinsiydi galiba, bir daha da öyle lezzetli ve sulu kayısı yiyemedim.

Babam bizi iki defa Girlevik Şelalesi’ne götürmüştü, şehre epeyce mesâfedeydi, yaz sıcaklarındaysa ara sıra Keşiş Dağı’nın eteğindeki Vasgirt köyündeki kahvehâneye giderdik. Bir defasındaysa, sanırım Şiar Yalçın da vardı, Sansa Boğazı’nı gezmiştik, sendikalı bir öğretmen, ismi Murat’tı galiba, maalesef ‘80 öncesinde solcu diye bıçaklanarak öldürüldüğünü işitmiştik, Rusya’da Bolşevikler iktidarı gasb edince, Rus neferinin oradan döndüğünü ve bu suretle şehrin Rus ve Ermeni mezâliminden kurtulduğunu söylemişti, çocuktum, ne Rus ne de Ermeni bilirdim, ancak yıllar sonra 3’üncü Ordu Kumandanlığı’nın bir şifreli telgrafını görünce, rahmetlinin pek doğru malûmâta sâhip olmadığını anladım, çünkü yüz elli kadar Rus neferi Erzincan’da kalmış, onların yol vermesiyle de muhtelif yerlerden bin kadar intikamcı Taşnak militanı Erzincan’a gelerek, katliam, tecâvüz ve yağma yapmış.

Kemah’a Remide Devrim-Şiar Yalçın çiftine misâfir olduğumuzda, Kemah Boğazı’na ve Acemoğlu Köprüsü’ne defalarca gittik, bir de Karanlık Kanyon’a. Kanyonun kenarında, kayalar oyularak açılan yedi kilometre kadar uzunluğundaki ve genişliği bazı kısımlarında iki metreyi dahi bulmayan yolu unutmam mümkün değil, İstanbul’a kırmızı renkli bir Thames Trader kamyon ile taşınırken de o korkunç yoldan geçmiş, annemin omzunda yolu seyreden kedimiz Timur’un gözleriyse dehşetten büyümüştü. Şiar amca bizi Kemah’a bağlı bütün metrûk Ermeni köylerine götürmüştü, nedense aklımda sadece Tortan’daki kilise harabesiyle Sıtma Pınarı kaldı.

Remide........

© Karar