Eski ‘yeni’ İstanbul
Dünyanın en büyük şehirlerinde uzun süredir devam eden bir akım var: Tarihten miras kalan binalar, eski ticaret merkezleri, endüstriyel tesisler yeni dokunuşlarla ikinci bir hayata başlıyor, kimi köhne kalmış, kimi insanların uzak durduğu yerler ; canlı kültürel bölgelere dönüşüyor. Bu trend çağdaş ihtiyaçlara uyumlandığında kentin silüetini yeniden şekillendiriyor.
Kentlerdeki yaratıcı bölgelerin gelişiminin bölge üzerinde derin etkileri var; öncelikle kentsel yenilenme hızlanıyor, terk edilmiş alanlar yeniden canlanıyor. Kısacası; dönüşümler sağlıklı gerçekleştiğinde ortaya çıkan yeni ekosistem girişimcileri, turistleri, sanatçıları kendisine çekip ekonominin ve kültürel yaşamın canlanmasına yardımcı oluyor.
Yeni bir ekosistemin oluşabileceği en önemli kentlerden biri de İstanbul. Her köşesi tarih, mesela Haliç… Denizin kara içine uzanarak doğal liman oluşturduğu Haliç önce Bizans sonra da Osmanlı İmparatorluğu’nun gemilerinin asırlardır toplandığı, inşa edildiği yer olmuş. Bolluk ve bereketin adeta simgesi Haliç, aynı zamanda İstanbul’u Akdeniz ve Yakın Doğu’nun en önemli ticari merkezi haline getiriyordu. Bizans döneminde de tersanenin merkezi olan Haliç, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden sonra 1455’te birkaç göz inşa kızağı ile faaliyetlerine başladı ve Osmanlı Tersanesi ve hepimizin bildiği adıyla Tersane-i Amire’nin merkezi oldu. Fatih’in ardından gelen padişahlar tersaneyi büyüttü, söz konusu gelişmeler Osmanlı donanmasını dünyanın ilk üçüne yerleştirdi. Türkiye’nin ilk buharlı gemileri, kalyonları, yolcu gemileri bu tersanede üretildi. 19. ve 20. yüzyılda İstanbul’da sanayi üretiminin merkez üssü konumundaydı ve elbette bu durum bölgenin kirlenmesine neden olup bölgenin görkemli geçmişine gölge düşürüyordu. Haliç, kısa bir süre başlayan yükselişine ivme katabilecek gelişmeler ve projelerle eski ihtişamlı günlerine göz kırpıyor.
İstanbul’un kültürel ve endüstriyel mirasının önemli unsurlarını barındıran Haliç’teki Tersane........
© Karar
visit website