menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Uryânlık mı kimliksizlik mi?

15 3
13.01.2025

Devletin en bariz özelliği, kendine tâbi olan topluluğa millet adı altında ‘ortak bir kimlik’ vermesi ve vatandaşlarından bu kolektif bilinci sürekli canlı tutmalarını istemesidir. Din, dil, etnisite gibi sonradan öğrenilen/ öğretilen nitelikler, kimliklendirmenin temel taşlarıdır. Bu açıdan bakıldığında dünyadaki tüm devletler, arzuladıkları kimliğe uygun bir daire çizer, vatandaşlarını simgeler ağıyla bu dairede toplar. Bu, devletin doğasında var! Nitekim Mehmet Âkif;

“Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;

Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.”

mısralarında devletin doğasına da işaret ediyor: Devlet, yüreklerin toplu vurmasını ister. Yahya Kemal de “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiirindeki “Dili bir, gönlü bir, imânı bir insan yığını” diyerek aynı şeyi söylüyor.

Peki söz konusu kimlik dairesine girmeyenler, kısaca marjinaller, kıyıda olanlar yok mu? Bu durumda devletin tepkisi nasıl? Aslında sözünü edeceğim “Ölüm Terbiyesi” (Metis Yay., 2018) adlı kitabında Zeynep Sayın tam da bunu, ölüm bağlamında marjinallerin devlet-iktidarla münasebetlerini tartışıyor, kıyıdakileri “simgesel düzenin dışına taşan[lar] (…) babayı öfkelendiren[ler]” (s. 57) olarak tanımlıyor. Bu bağlamda Osmanlıda Kalenderîlere, Melâmîlere, Hurûfîlere, abdallara sık sık atıfta bulunuyor ve iktidarın ölüm, ölüm ritüelleri, mezarlıklar, mezar taşları üzerinden onları cezalandırdığına işaret ediyor. Doğru, makbullerin mezarları bile........

© Karar