Evrendeki gizli sesi duyan hikâyeci, Sait Faik
Alır başını gider onda hikâye! Nereye gider, niçin gider bilinmez…
Bakın “Öyle Bir Hikâye”ye (Alemdağ’da Var Bir Yılan) gecenin bir vaktinde sinemadan çıkan anlatıcı-kahraman, avare avare dolaşıp durur bir süre İstanbul’un sokaklarında. Anlatıcı-kahraman dedim de; Abasıyanık’ın hikâyelerinde, o her şeyi bilen, insanı, toplumu, milleti veya devleti inşa etmek isteyen, okura yüksek bir kürsüden âdeta mürşit edasıyla seslenen bir anlatıcı yoktur. Bir röportajında kimi eski yazarların bu tarzını; “Yalnız tepeden seslenerek cemiyeti düzeltmek sevdasındalar.” (Hikâyecinin Kaderi, YKY, s. 405) sözleriyle eleştiriyor. Ama, ama!.. Meselâ “Dülger Balığının Ölümü”nde hayata veda edişin ürpertisini duyarım ben, “Hişt, Hişt”te yaşamın, varoluşun bir devr-i daim hâlinde yeryüzüne yayılan gizli sesini, “Rıza Milyon-er”de faniliği… Sonra “Yalnızlığın Yarattığı İnsan”da büyüyen eller değil de insanın kalbindeki bir yalnızlık tohumudur sanki, her yanına, tüm ruhuna dal budak sarar.
Ben Sait Faik’in çoğu hikâyesinde, kendisinin de “Yalnızlığın Yarattığı İnsan”da “kavun acısı” diye tanımladığı büyük bir yalnızlık, bir özlem, gizli bir acı bulurum. Meselâ “Öyle Bir Hikâye”, “Yalnızlığın Yarattığı İnsan”, “Alemdağı’nda Var Bir Yılan”, “Yani Usta” adlı hikâyelerin derinlerinde örtük, açıkça anlatamadığı bir çaresizlik, yalnızlık, acı dönenip durur. Belki de bu sebeple çoğu hikâyesindeki bu yaralı anlatıcı,........
© Karar
visit website