KENDİNİ ARAYAN İNSAN!
Bir toplum düşünün. İçindeki insanlar biçilmiş rollerin oyuncusu… Bilgi yok, düşünce yok, beyinlerinden gelen bir dürtüleri yok. Dağıtılmış görevlerde ne söyleyecekleri belli. Araştırma, öğrenme, düş kurma; ötesi yok. / Ne diyorlar, “biz bir aileyiz. Anaya, babaya saygı en başat olanı. Kardeşlerinizi koruyup kollayacaksınız, sevip sayacaksınız, değer verip baş tacı edeceksiniz. Büyüklerinize hizmette kusur etmeyeceksiniz. Bağırma, çağırma, hakaret olmayacak; adaletli olunacak, haklarınıza rıza göstereceksiniz. Büyüğüne karşı gelen Allah’a karşı gelmiş, isyan etmiş olur”, ama kendileri yapıyor mu? Talkın, salkım meselesi…
Her aile söyleminde imbikten geçmiş, damıtılmış bu Tanrısal sözleri duyarsınız. Herkes, her büyük, bu inanç ve düşünceleri yineler. Gelin görün ki, çoğu aile söylediklerini yapmaz, aykırı hareketlerle otoritelerini sürdürmeye çalışırlar. Bakarsınız “doğrular, yanlışlar birbirine karışır. Sosyal, kültürel, ekonomik depremler olur, tüm değerler altüst olur, hak hukuk kalmaz, insan feleğini şaşırır, büyük küçüğünü, küçük büyüğünü tanımaz; sevgi, saygı bacadan söker… Akıl, bilgi, doğru, gerçek hak getire…
Neler oluyor dünyada, içinde yaşadığımız toplumda “değişmez” denilen neler değişiyor, neler gidiyor, neler geliyor? / Genelde değişimleri “zaman ve devir” sözcükleriyle anlatmaya çalışırlar. Devrin ya da zamanın değişmesi, üretim ve tüketim ilişkileri içerisinde insanların kullandığı araç gereçlerdeki değişime ve gelişime bağlı kalıyor. Yarattıkları değerler, ilişkiler elimizde olmadan doğruları yanlışları değiştirir, iyiyi, güzeli, çirkini, faydalıyı, zararlıyı değiştirir. Zamanla insani ilişkileri ve yaşayış biçimlerini değiştirir; zevkler, beğeniler değişir. Yaratılan bilgiler, düşünceler çağa damgasını vurur. İnsan bu kesin ve radikal değişimler karşısında yerini belirlemek ve bulmak zorunda kalır.
Ancak kimi insanlar eskide direnir, değişmeyi ve gelişmeyi........
© Karadeniz'de sonnokta
