İzmir Çakaloğlu Han’da bir aşk hikayesi
Marsilya'dan yola çıkan ‘Sınai’ isimli gemisiyle Smyrna'ya varan Henrietta, Smyrna ile buluşmak için çıktığı güvertede dizili dağlarına, tepelerine, minarelerine, servilerine körfezin lacivert sularına hayran kalmıştı. İlk gününde Hotel Orient'te konakladı ve ertesi sabah, İzmir’in tarihi çarşısını keşfetmek için yola çıktı.
Kemeraltı Çarşısı'nın dar ve hareketli sokaklarında dolaşırken, Henrietta kendini bir masal diyarında gibi hissediyordu. Bu sırada, eski bir yapının önünde durdu ve büyülenmiş gibi içeriye adım attı. İçeri girer girmez, Alaaddin’in sihirli sarayında gibi hissetti. Çakaloğlu Han’ın mistik havası, gönüllü hemşire Henrietta'nın hayal gücünü harekete geçirdi. Kapıda sebze satan tüccarlar, balkabağından yapılmış gibi arabalara meyve taşıyanlar, deve güdücüleri ve Türk kadınlarını takip eden köleler, bu egzotik ortamı tamamlıyordu.
Çakaloğlu Hanı, ortasındaki geniş koridoru ve her iki yanında dizili on sekiz odasıyla tarihi bir ihtişam sergiliyordu. Bu odalardan birinde, Dr. Gibbon kalmaktaydı. Henrietta, hanın içinde gezinirken, yüksek pencerelerden süzülen ışık oyunlarının büyüsü altında, Dr. Gibbon ile tanıştı. Dr. Gibbon, Smyrna'daki İngiliz Hastanesi'nde çalışan saygıdeğer bir kişiydi ve Henrietta'nın ilgisini çekmişti.
Henrietta, Dr. Gibbon’la hanın avlusunda sohbet etmeye başladı. Dr. Gibbon, İzmir'in tarihi ve kültürü hakkında bilgi verirken, Henrietta onun bilgi birikimine ve nazik tavırlarına hayran kaldı. Her akşamüstü, hanın pencerelerinden süzülen altın ışıklar altında buluşup sohbet etmeye başladılar. Bu buluşmalar, ikisinin de kalbinde filizlenen bir aşkın........
© İz Gazete
visit website