Say say bitmez şuur kaybı içindeyiz
Kendimi dönem dönem Nilgün Marmara gibi hissediyorum. Nilgün Marmara öldükten sonra eşi ‘şiir yazdığını bile bilmezdim, bir kenarda pıtır pıtır bir şeyler yazardı’ demiş. Kendimce bir şeyler karalıyorum her hafta. Hepsi benim kalbime ağır gelen şeylerin izdüşümü aslında. Bizlere ağır gelen tüm topluma ağır gelse kendimizi klavye başında idam sehpasında gibi yazılar yazar halde bulmazdık belki de.
Tüm toplumun kalbine ne dokunur ondan da emin olmamakla birlikte kalbimden vazgeçtim. Dicle Koğacıoğlu’nun dediği noktadayız; ‘Çok acı var dayanamıyorum…’
Ben bunları yazarken İstanbul’da herhangi bir toplu taşımanın, herhangi bir yerinde iki çocuğu ile yolculuk yapan bir babaya şiddet uygulandı. Ülkemizin karış karış her bir toprağında yaşanan olaylar yumağının içinden sıyrılıp bir anda önümüze düşüverdi konu. Toplum önünde yaşadığımız şeyleri düşününce, ışıkları yanan minik bir gecekondu hayal ediyorum anlamsızca. Her şeyden uzak bir o kadar mesafeli, yalnız…
Herkesin bir masa etrafında şen kahkahalar attığı, akşam yemeklerinin mutluluğunu hissediyorum en derinden. Evin babası bekleniyor minik cam kenarının kıyısında. Evin annesinin yüzünde yediverenler açmış. Büyük kızı sınavı kazanmış, birkaç yıla kalmaz okulu da bitirir. Hayat dediğin ne ki? Göz açıp kapayıncaya kadar gelip geçer, mesleğine başladığı günleri de görürüz elbet diye hayal ediyor kendi kendine.
Kadının eteklerinde ziller çalarken, şen halinin gölgesi düşüyor salonun ortasına. Ortanca çocuğunun düşen gölgesinde ettiği dansları izliyorlar ailecek. Sarı saçlarını savura savura geziniyor, halının etrafına naif ellerle işlenmiş........
© İz Gazete
